1. Hukuk Dairesi 2016/6514 E. , 2019/1735 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan eşi ...’nın 26 parsel sayılı taşınmazının ½ payını oğlu olan davalıya satış suretiyle devrettiğini, temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, davalı adına olan tapu kaydının iptali ile terekeye iadesine veya miras payı oranında adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, taşınmazı 18.000 TL bedel karşılığı satın aldığını, davacının mirasbırakanın ikinci eşi olup, temlik tarihinde mirasbırakan ile evli olmadığından miras hakkının da olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının temlik tarihinde mirasçı olmadığı, temlikin de mirasçılardan mal kaçırma amaçlı yapılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
1949 doğumlu mirasbırakan ...’nın 22.09.2014 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davacı ikinci eşi ... ile ilk eşi ...’ten olma davalı oğlu ... ve ...ten olma dava dışı çocukları ..., ... ve...’nın kaldıkları, mirasbırakanın davacı ikinci eşi ile 21.06.2010 tarihinde evlendiği, dava konusu 26 parsel sayılı(1.206 m2’lik Avlulu İki Katlı ... Ev ) taşınmazın ½ payını üzerinde bırakarak kalan ½ payını 14.06.2010 tarihinde davalı oğlu Ramazan’a satış suretiyle temlik ettiği kayden sabittir.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706., Türk Borçlar Kanunun 237. (Borçlar Kanunun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 01.03.2000 tarih 2000/1-126 Esas, 2000/143 Karar ilamında da belirtildiği üzere, 1.4.1974 tarih ½ sayılı Yargıtay İnançları Birleştime kararında” bir kimsinen mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malını gerçekte bağışlamak istediği halde, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıkladığının gerçekleşmesi durumunda saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin muvazaalı olduğunu ve gizlenen bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek açabilecekleri bu dava hakkının geçerli sözleşmeleri için düzenlenen Medeni Kanunun 565 ve 669. maddelerinin sağladığı haklara etkili olamıyacağı öngörülmüştür.Gerek kararın gerekçesinden, gerekse bağlayıcı olan sonuç bölümünden böyle bir davanın temlikin yapıldığı tarihte mirasçılık sıfatını taşıyanların açabileceğini kabul etme olanağı yoktur.Aksine değinilen kararda belirli bir mirasçı veya mirasçılardan söz edilmeyip genel “mirasçı sözcüğü kullanılmak “miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar”denmek suretiyle temlik tarihinde mevcut ve sonradan ortaya çıkabilecek mirasçılar bakımından ayrım yapılmış değildir. Nitekim 22.05.1987 tarih 4/5 sayılı inançları birleştirme kararının sonuç bölümünde de “mirasbırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçıların “dava açabilecekleri belirtilmiştir.O halde muvazaalı temlik tarihinde miras bırakanın başka bir mirasçısının bulunması, mirasçıdan mal kaçırma iradesinin oluşması için yeterlidir.Esasen muvazaalı temlikten bir veya bir kaç mirasçı değil, tüm mirasçıların zarar göreceği aşikardır.
Öte yandan Türk Medeni Kanunu’nun 580. maddesi uyarınca “mirasçı olabilmek için mirasbırakanın ölümü anında mirasa ehil olarak sağ olmak şarttır.”Başka bir koşul söz konusu olamaz.Yine aynı kanunun 599.maddesinde”mirasçılar , mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar.Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın ayni haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar” hükmü getirilmiştir.Türk Medeni Kanunu’nun değinilen açık hükümleri karşısında bir mirasçının daha önce değil, murisin ölüm tarihinde (mirasın açılma tarihinde)mirasçılığa ehil ve sağ olması esastır.İstikrar kazanmış Yargıtay İçtihatlarında murisin muvazaalı temliki yaptığı tarihteki çocukları ile bundan sonra ana rahmine düşen çocukları arasında dava hakkı yönünden hiç bir fark gözetilmemiştir.Türk Medeni Kanunu’nun 500.maddesinin “evlatlık ve altsoyu, evlât edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar “ hükmü gereğince füruu ve evlâtlık arasında bir ayırım yapmak da olanaksızdır.Bunun yanında mirasbırakanın başka bir mirasçısının muvazaa nedeniyle dava açıp tapu kaydının iptali ile terekeye döndürülmesini sağladığı takdirde temlik tarihinden sonra mirasçı olan kişinin o taşınmaza payı oranında malik olacağı kuşkusuzdur.
Hâl böyle olunca, muvazaalı temlik tarihinden sonra mirasçılık sıfatı kazanan mirasçıya muvazaa nedeniyle dava açmak hakkı tanınmaması izahı güç bir çelişki oluşturur, muvazaalı işlemlerin hüküm ve sonuçlarına ilişkin ilkelere, Türk Medeni Kanunu’nun açık hükümlerine, sözü edilen inançlar birleştirme kararlarına, Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına ters bir sonuç doğurur. Öyle ise miras bırakanın muvazaalı temlikinden sonra evlât edindiği, veya evlendiği kişinin yahut ana rahmine düşen çocuğunun muris muvazaasına dayanarak tapulu taşınmazlar hakkında açtığı iptal ve tescil davalarında 1.4.1974 tarih ½ sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulacağı, buna bağlı olarak somut olayda da davacının dava açabileceği kabul edilerek,yukarıda açıklanan ilke ve olgular gözetilmek suretiyle işin esasına girilmesi, taraf delillerinin eksiksiz toplanıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.03.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.