Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1884
Karar No: 2018/317
Karar Tarihi: 21.02.2018

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1884 Esas 2018/317 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/1884 E.  ,  2018/317 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 1. Aile Mahkemesince "davanın kabulüne" dair verilen 22.05.2013 gün ve 2012/994 E., 2013/470 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 26.11.2013 gün, 2013/14332 E., 2013/27604 K. sayılı kararı ile;
    (…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
    2-Mahkemece, evlilik birliğinden kaynaklanan görevlerini tarafların karşılıklı olarak ihmal ettikleri; bu suretle eşit kusurlu oldukları kabul edilerek boşanmaya karar verilmiştir. Ne var ki; yapılan tahkikat ve toplanan delillerden, davalı kocanın belirtilen kusuru dışında ayrıca eşine fiziki şiddet uyguladığı da anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında; boşanmaya sebep olan olaylarda her iki taraf da kusurlu olmakla birlikte, davalı kocanın daha fazla kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Durum böyleyken; mahkemece davacının eşit kusurlu bulunması doğru olmadığı gibi; bu hatalı kusur belirlemesi gerekçe gösterilmek suretiyle davacının, maddi (TMK md. 174/1) ve manevi (TMK md. 174/2) tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi de doğru olmamış; bozmayı gerektirmiştir....)
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Davacı vekili davalının alkol kullandığını, davalının önceki evliliğinden olan kızlarının da müvekkilini istemediklerini, müvekkilinin 4 aylık hamile iken ailesinin yanına bırakıldığını, davalının müvekkiline çocuğu düşürmesi için şiddet uyguladığını ve müşterek çocuk doğduktan sonra ilgilenmediğini, hatta müvekkilinin ailesinin bulunduğu yere gelerek hakaretler ettiğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin müvekkiline verilmesini, müşterek çocuk yararına 500,-TL tedbir ve iştirak nafakasına, müvekkili yararına 500,-TL tedbir ve yoksulluk nafakasına hükmedilmesini, ayrıca 15.000,-TL maddi, 15.000,-TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
    Davalı vekili davacının, birlik görevlerini yerine getirmediğini, müvekkilinin ilk evliliğinden olan çocukları ile ilgilenmediğini, bu çocuklara sürekli psikolojik baskı uyguladığını ve çocukları yurda vererek başka şehre taşınmaları konusunda müvekkiline baskı yaptığını, sürekli babasının evine gitmekle tehdit ettiğini, en son yine sebepsiz yere kavga çıkardığını ve “ben sizin hizmetçiniz değilim” diyerek baba evine gitmek istemesi üzerine müvekkilinin ikna çabalarının yetersiz kaldığını ve tek başına köy yerinden gitmemesi için bizzat davacıyı babasının evine götürdüğünü, daha sonra eşine para gönderdiğini, müşterek çocuğu görmek istediğinde kendisine hakaret edildiğini belirterek tarafların boşanmalarına, davacının tam kusurlu olması nedeniyle tazminat ve nafaka taleplerinin ise reddine karar verilmesini istemiştir.
    Mahkemece davacının, hamilelik sonrası davalının önceki evliliğinden olan çocuklarını istememeye başladığı, onlara kötü davrandığı ve Kayseri"ye taşınma yönünde kocasına yoğun şekilde baskı uygulayıp evde huzursuzluk yarattığı, bunun üzerine çıkan tartışmalar sonunda, davalının, davacı kadını Kayseri"de bulunan ailesinin yanına bıraktığı, böylece ayrılığın gerçekleştiği, olayların gelişiminde eşlerin eşit seviyede kusurlu olduğu, olayların bütünü ile değerlendirilmesinde kocanın şiddet uyguladığının sabit olmadığı, taraflar ile bir arada bulunmayan tanıkların bu doğrultudaki beyanlarına itibar edilemeyeceği gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin davacı anneye verilmesine, müşterek çocuk ile davalı baba arasında kişisel ilişki tesisine, müşterek çocuk yararına 100,-TL tedbir ve iştirak nafakasına, davacı kadın yararına 150,-TL tedbir ve 200,-TL yoksulluk nafakasına hükmedilmiş, davacı kadının maddi ve manevi tazminat isteklerinin ise reddine karar verilmiştir.
    Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle oy birliğiyle bozulmuştur.
    Yerel Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilerek verilen direnme kararı davacı kadın vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca "... yerel mahkemece yapılacak iş; gerekçeli kararı HMK’nın 297. maddesine uygun şekilde kaleme alarak, davanın tarafları ile ilgili olmayan iddia ve savunmaları mahkeme ilamından çıkartıp, davanın taraflarına ait iddia ve savunmalara yer vermektir..." gerekçesiyle usulden bozma kararı verilmiştir.
    Yerel Mahkemece Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmak suretiyle verilen direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkeğin kusurunun davacı kadına göre daha fazla olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata (TMK m.174/1-2) hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
    Hukuk Genel Kurulunda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce "davalı erkeğin şiddet uyguladığı yönündeki tanık beyanlarına itibar edilmediği" gerekçesiyle tarafların eşit kusurlu olduğu belirtilerek direnme kararı verilmesi ve söz konusu kararın Hukuk Genel Kurulu"nun 26.02.2016 tarihli kararı ile usulden bozulması üzerine, Mahkemece usul bozmasına uyularak verilen 05.05.2016 tarihli ikinci direnme kararının Anayasa’nın 141/3. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 297. maddeleri anlamında direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği, dolayısıyla usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır.
    Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.
    Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 297’nci maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır.
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün kapsamı” başlıklı 297’nci maddesinde:
    “(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
    a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
    b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini
    c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri
    ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini
    d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını
    e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi
    (2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
    şeklinde düzenleme mevcuttur.
    Buna göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
    Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuki sebepleri) kendiliğinden araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
    Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Kuru B./ Arslan R./ Yılmaz E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
    Anayasa’nın 141. maddesi uyarınca bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması zorunludur. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
    Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
    Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
    Hukuk Genel Kurulunun 25.9.1991 gün ve 355 E., 440 K.; 19.04.2006 gün ve 2006/4-142 E., 229 K.; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981 E., 936 K.; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29 E., 4 K.; 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 453 K..; 28.04.2010 gün ve 2010/11-195 E., 238 K.; 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.
    Nitekim 07.06.1976 gün ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
    Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
    Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yerel mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün olan son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
    Bu nedenle bir davanın taraflarının o dava yönünden mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur. Mahkeme, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
    Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan, inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
    Başka bir ifadeyle mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
    Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
    Ayrıca Yargıtayca bozulan yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar, sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
    Bu genel açıklamaların ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
    Yerel mahkemece ilk kararda tarafların eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle boşanma kararı verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece davalı erkeğin ağır kusurlu olduğu, bu suretle davacı kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin (TMK m. 174/1-2) kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece Özel Dairenin bozma kararına karşı davalı erkeğin şiddet uyguladığı hususunun sabit olmadığı belirtilerek direnme kararı verilmiş ise de Hukuk Genel Kurulu önüne gelen dosyada dava ve cevap dilekçelerinde belirtilen hususların dosyanın tarafları ile ilgisi bulunmadığı, mahkemece gerekçeli kararın HMK"nın 297. maddesine uygun şekilde kaleme alınmak suretiyle hüküm kurulması gerektiği vurgulanarak usulden bozma kararı verilmiştir. Ancak bu kez de Mahkemece Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyularak verilen 05.05.2016 tarihli direnme kararının Anayasanın ve kanunun aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez. Çünkü Yargıtayca bozulan karar (kararın hem hüküm fıkrası hem de gerekçesi) ortadan kalkacağından hukuki geçerliliğini yitirir.
    O hâlde, mahkemece yapılacak iş, özellikle Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesi de gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçesine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.
    Şu hâle göre açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere kararın bozulması gerekir.
    SONUÇ: Davacı kadın vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.02.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi