
Esas No: 2021/1379
Karar No: 2022/621
Karar Tarihi: 08.02.2022
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2021/1379 Esas 2022/621 Karar Sayılı İlamı
6. Hukuk Dairesi 2021/1379 E. , 2022/621 K."İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik verilen hüküm birleşen 2015/751 Esas sayılı davada davalılar vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde asıl ve birleşen davada davalı-birleşen davada davacı ...vekilleri Avukat ..., avukat ..., birleşen davada davalı asil ... ve vekili Avukat ... ile asıl ve birleşen davada davacı-birleşen davada davalı ... .... Ltd. vekili Avukat ... Yazıcı'nın gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
-KARAR-
Asıl davada davacı vekili, havayolu şirketi olan müvekkiline ait uçak 05.11.2014 tarihinde Atatürk Havalimanına iniş yaptığında davalının RAT test yapılacağı bahanesiyle uçağı bakıma aldığını, ancak talebe rağmen bugüne kadar teslim etmediğini, davalının hapis hakkını kullandığını belirttiğini, ancak davalının hapis hakkı bulunmadığını ileri sürerek, hapis hakkı koşullarının bulunmadığının tespitini istemiştir.
Birleşen 2015/751 E.sayılı davada davacı vekili, mahkemece uçağın bakım ve kayıtları ile parçalarının teslimi için verilen ihtiyati tedbir kararına rağmen uçağın en değerli parçalarının sökülerek eski parçalar takılması nedeniyle uçacak durumda olmadığını, parçaların davalı şirket tarafından davalı ...’a teslim edildiğinin bildirildiğini, davalıların müvekkili uçağına haksız olarak el koyması nedeniyle müvekkilinin ... Air havacılık A.Ş.’den uçak kiralamak zorunda kaldığı, ... Air Şirketi personeline maaş vs. ödediği ayrıca kendi personeline de ödeme yapmaya devam ettiğini, kiraladığı uçak bakım giderlerini karşıladığını, uçak sefere çıkamadığından DHMİ park ücreti ödediğini, müvekkiline ait uçağın yeniden uçabilmesi için yapılması gereken masraflar ve sökülen parçanın yenisini takması için ödemesi gereken meblağlar olduğunu, müvekkiline ait uçağın hurda uçak parçalarıyla değiştirilmiş olması nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerek, şimdilik toplam 1.000.000 USD’nin tahsilini talep ve dava etmiş, ıslah yoluyla talebini 14.057,237 USD’ye artırmıştır.
Birleşen İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/615 E.davada davacı vekili, taraflar arasında düzenlenen 31.12.2012 teknik bakım ve servis hizmetleri sözleşmesi gereğince davalı şirket uçağına bakım ve teknik destek hizmeti verildiğini, sözleşmeye dair hesapların dahil edildiği cari hesap ilişkisinden görüleceği üzere davalının müvekkiline borcu bulunduğunu ileri sürerek, şimdilik 507.946,37 TL alacağın tahsilini talep ve dava etmiştir.
İlk derece mahkemesince, taraflar arasındaki sözleşmede uyuşmazlık halinde Türk Hukukunun uygulanacağının kararlaştırıldığı, uyuşmazlığın sözleşmeden değil hapis hakkından kaynaklandığı ve uçağa el konulduğu yere göre yetkili mahkemede dava açıldığı, mahkemece verilmiş ihtiyati tedbir kararına aykırılık nedeniyle meydana gelen zararın istendiği birleşen dosyada iddianın haksız fiil niteliğinde bulunduğu, sözleşmeye dayalı olmadığından tahkim itirazının yerinde görülmediği, asıl dava yönünden; dava konusu uçağa TMK’nın 950.maddesi kapsamında tanınan hapis hakkına istinaden el koyduğu gerekçesiyle, asıl davanın reddine, birleşen 2015/751 E. sayılı dava yönünden; davanın niteliği ve belirsiz alacak davası olarak açılmış olması dikkate alındığında dava, ıslah ve bilirkişi rapor tebliğ tarihi itibariyle zamanaşımının gerçekleşmediği, zira davacı vekilince verilen dilekçede ıslah tabiri kullanılmış ise de bedelin artırılması belirsiz alacak hakkında açılan belirsiz alacak davasında harcın tamamlanması niteliğinde olup, teknik anlamda ıslah olarak kabul edilemeyeceği, bilirkişi raporunda 14.057.237,00 USD olarak belirlenen toplam miktardan davacının isteyebileceği dava konusu uçağın yeniden uçurulabilir hale getirilmesi için gereken işçilik ve parça bedelleri dahil 3.487.037,00 USD; park gideri 122.704,00 USD; personel gideri 104.000,00, USD ve kiralanan uçağa yönelik giderler için 6.350653,54 USD olmak üzere toplam 10.064.394,54 USD talep edebileceğinin resen hesaplandığı, bakiye 3.992.842,46 USD'nin ise dava konusu uçağın ihtiyati tedbir yolu ile davacıya teslimine ilişkin kararın infazından öncesine ait olması veya zaten davacı tarafından yapılacak giderlere ilişkin bulunması nedeniyle yerinde olmadığı, ihtiyati tedbir kararının davalı şirket çalışanları huzurunda infaz edilmiş olup, uçağın önemli parçaları sökülmüş ve önemli belgeleri eksik olarak teslim edildiği, artık bu tarihten sonra hapis hakkına dayalı hukuki el koyma bu tarihten sonra hukuka aykırı el koyma niteliğine dönüştüğü, uçağa ait önemli parça ve belgelerin bunları teslim almaya yetkili olmayan davacı şirket ortağına teslim edilmiş olması, bu ortağın aynı zamanda davalı şirketin de yetkilisi bulunması nedeniyle davalı şirketi sorumluluktan kurtarmayacağı; aynı şekilde davalı ortağın da yetkisi olmadığı halde bu parça ve belgeleri kabul edip alması ve davacı şirkete teslim etmemesi nedeniyle doğan zarardan sorumlu olduğu gerekçesiyle birleşen davanın kısmen kabulüne, birleştirilen İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/615 E sayılı dava dosyasında ise davalı vekilinin davayı kabul ettiği gerekçesiyle kabulüne karar verilmiştir.
İlk derece mahkemesi kararına karşı, birleşen 2015/751 E.sayılı dosyada davalılar vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesince, taraflar arasında uçak bakım sözleşmesi bulunduğu, sözleşme gereğince hizmet veren firmanın hizmet alan firmadan alacaklı olup, borcun ödenmemesi nedeniyle TMK 950.maddesi uyarınca hapis hakkını kullandığı, istinaf edilen davanın, hapis hakkına sebebiyet veren 507.946,37-USD alacağın ferileri ile birlikte 600.000-USD olarak mahkemeye depo edilmesinden sonra mahkemece verilen tedbir kararı uyarınca, uçağın usulüne uygun teslim edilmemesinden kaynaklanan zararın tazminine ilişkin olup, temelini tedbir kararına aykırı haksız fiilden aldığı, HMK 16 madde kapsamında haksız fiilin işlendiği yerde dava açılabileceği gözetildiğinde ilk derece mahkemesinin bu davaya bakmakta yetkili olduğu, haksız eylemden kaynaklanan dava ... hissedarları arasındaki sözleşme ilişkisi kapsamında olmadığından tahkim talep edilemeyeceği, davacının istinafa konu davayı açarken zarar miktarının mahkemece tespit edilmesini dava ederek bölünebilir alacak kalemlerinden bir kısmını değil tamamını dava konusu ettiği, istem sonucunda her bir alacak kalemini ayrı ayrı gösterdiği, alacak kalemleri için fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak sureti ile her bir alacak kalemi için asgari bir miktar gösterdiği, bu hali ile HMK 109'da belirtilen kısmi dava olmayıp HMK 107'de belirtilen belirsiz alacak davası olduğu, haksız eyleme dayalı davanın mahiyetinin de belirsiz alacak davasına uygun olduğu, ilk derece mahkemesinin hukuki nitelemesinin kanuna uygun olduğu, dava konusunun davalılar tarafından gerçekleştirildiği öne sürülen haksız eyleme dayandığı, ...'in ruhsatının yenilendiği, faaliyetlerini sürdürdüğü, davacılar tarafından uçak usulüne uygun bir biçimde teslim edilseydi dahi bu kapsamda zararın oluşacağı hususunun sabit olmadığı, ...'un dosya kapsamından hapis hakkını kullanan davalı şirket Yönetim Kurulu Başkanı ve yetkilisi olduğu (bu sıfatla kendi adına asaleten Firma adına yetkili olarak vekalet verdiği), aynı zamanda borçlu ... Jet firmasında da Başkan yardımcısı görevinde olduğu, ... firmasının hissedarları arasında ihtilaf olduğu, tahkim mahkemesinde davaları olduğu, ...'in tek uçağının davaya sebebiyet veren uçak olduğunu bildiği, ...'un şahsında birleşen sıfatlar nedeniyle bu ilişkideki tüm taraflarının durumuna vakıf olduğu, ... hem davacı ... yetkili temsilcisi olmadığı halde başkan yardımcısı sıfatı ile uçak kayıtlarını ve parçalarını teslim aldığı, hem de teslim eden davalı şirket Yönetim Kurul Başkanı ve yetkilisi olduğu, bu çerçevede uçak kayıtlarının ve parçalarının davacıya usulüne uygun teslim edilmediği, kayıt ve parçaların aynı zamanda davalı şirketin yetkilisi olan ... teslim edildiği, kayıt ve parçaların ...'in eline geçmesinin engellendiği, bu durumun tedbir kararı tarihinden önce meydana gelmesinin neticeye etkili olmadığı, teslim tarihinde uçak kayıt ve parçalarının usulüne uygun teslim edilmediği, davalıların eylem birliği içerisinde; şirketler arası görev ve sıfatları dikkate alındığında hukuka aykırı olarak ...'in sahibi olduğu uçağın uçamamasına sebebiyet verdikleri, ... firmasının bu nedenle uğradığı zarardan sorumlu oldukları, davacının; uçağı teslim alabilmek için hapis hakkına konu alacağı mahkeme kararı ile hemen yatırdığı, teslim almak için gecikmeksizin icra marifeti ile teslim talep ettiği, teslim edilen uçakta parça ve kayıtların eksikliğini tespit ettirdiği, teslimi sağlamak için yasal girişimlerde bulunduğu, özellikle kayıtların olmamasının uçağın bakımının yapılmasına engel olduğu, faaliyetini sürdürmek isteyen davacının uçak kiraladığı, basiretli bir tacir gibi elinden gelen her türlü tedbiri almaya çalıştığı dosya kapsamından anlaşılmış olup zararın artmasında davacıya atfı kabil bir kusur dosya kapsamında tespit olunamadığı, haksız fiile dayalı iş bu davada MÖHUK m 34/1 uyarınca Türk Hukukunun uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığı, ilk derece yargılamasında bilirkişilerin reddinin istenmediği, rapora karşı itirazın mahkemece değerlendirildiği ve mahkemece özellikle hapis hakkına ilişkin meşru hapis hakkının kullanıldığı zaman dilimini tazminat hesabında dikkate alarak bu döneme isabet eden miktarın zarara dahil edilmediği, kısmen uyulan bilirkişi raporunun usul ve yasaya uygun hüküm kurmaya elverişli olduğu, yabancılık unsurundan kaynaklanan teminata ilişkin ilk derece mahkemesinin tensip kararına karşı çıkılmamış olması sebebi ile istinaf sebebi sayılan bu hususta HMK uyarınca ayrıca değerlendirme yapılmadığı gerekçesiyle, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı, birleşen 2015/571 E. sayılı davada davalılar vekili temyiz etmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve HMK 355. maddedeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş ve verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiş olmasına göre birleşen 2015/571 E. sayılı dosyada davalılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2-Birleşen 2015/571 E.sayılı dosyada davalılar vekilinin davanın kısmi dava olduğu ve ıslah yoluyla arttırılan kısmın zamanaşımına uğradığına ilişkin temyiz itirazları yönünden;
Taraflar arasındaki uyuşmazlık eser sözleşmesinden kaynaklanmaktadır.
Mahkemeden istenen hukukî korunmaya (himayeye) göre davaların sınıflandırılması (çeşitlere ayrılması), bütün davaları kapsadığı ve dava çeşitleri arasındaki farkları ve ilişkileri en iyi şekilde düzenlediği için bugün en çok kullanılan ölçüttür ( Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt II, s.1405).
Mahkemeden istenen hukukî korunmanın çeşidine göre davalar, eda davaları, tespit davaları ve inşaî davalar olmak üzere üçe ayrılabilir. Buna göre;
Alacağın tümünün dava edilmesi halinde açılan davaya “tam dava” denir. Tam dava kısmî davanın karşıtı olup, bu davada davacı bir hukuki ilişkiden doğan alacağının tamamını dava yolu ile mahkeme önüne getirmekte olup, dava edilmeyen bir alacak kesimi bulunmamaktadır.
Davacının bir hukukî ilişkiden doğan ve aynı kişiden olan alacağının veya hakkının şimdilik belli bir kesimi (bölümü) hakkında hüküm verilmesi talebi ile açtığı davaya kısmî dava denir (Arslan, R./Yılmaz, E./Taşpınar Ayvaz, S./Hanağası, E.: Medenî Usul Hukuku, Ankara 2018, 4. Baskı, s.295).
Başka bir deyişle, bir davanın kısmî dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik bir bölümünün dava konusu edilmesi gerekir. Bu durumda daha fazla bir miktar üzerinden tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde "fazlaya ilişkin haklarımın saklı tutulması” ya da “alacağımın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterlidir.
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda (1086 sayılı Kanun/1086 sayılı HUMK/HUMK) açıkça kısmi dava düzenlenmemişti. Ancak 1086 sayılı Kanun'un yürürlükte olduğu dönemde de kısmî dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü, alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle 1086 sayılı Kanun döneminde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” denilerek kısmi dava açılabilmesi mümkündü.
6100 sayılı HMK'nın 109'uncu maddesinde kısmî dava, dava çeşitleri arasında düzenlenmiştir.
Bu maddeye göre;
"Madde 109- (1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(2) (Mülga fıkra: 01.04.2015-6644 S.K./4. md)
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez (11.04.2015 tarih ve 29323 S.R.G.de yayımlanan 01.04.2015 tarih ve 6644 sayılı kanunun 4. Maddesi ile mülga edilen ikinci fıkra metni: (2) Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz)".
Maddenin birinci fıkrası uyarınca, "talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir."
Kısmî dava açılabilmesinin ön koşulunu, dava yoluyla yerine getirilmesi istenen edimin bölünebilir bir nitelik taşıması oluşturur. Nitekim, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 109. maddesinin birinci fıkrasında da, talep konusunun, yani istenen edimin, sadece niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda, kısmî dava açılması yoluna gidilebileceğine açıkça vurgu yapılmıştır. Edimin bölünüp bölünemeyeceği sorunu ise, bir usûl hukuku sorunu değil; maddi hukuk sorunudur ve edimin bölünebilirliğinden maksat, niteliğinde herhangi bir değişme ve değerinde herhangi bir azalma meydana gelmeksizin kısmen ifasının talep edilebilmesidir (Tanrıver, s.574).
Kısmî davaya ilişkin HMK'nın 109'uncu maddesinin "Talep konusunun miktarı taraflar arasında tartışmasız ve açıkça belirli ise kısmî dava açılamaz" şeklindeki ikinci fıkrası 6444 sayılı Kanun'un 4'üncü maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olduğundan, alacağın kaynağı ve alacağın davanın açıldığı anda tartışmalı veya açıkça belirli olup olmaması önem arzetmeksizin kısmî dava açılabilecektir.
Belirsiz alacak ve tespit davası ise;
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı HUMK’da yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
Bu maddeye göre;
"Madde 107-(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Belirsiz alacak ve tespit davası” başlıklı 107. maddesinin 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un ile değiştirilmeden önceki metninde;
"1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir" düzenlenmesi bulunmakta iken; 7251 sayılı Kanunun 7. maddesi ile madde başlığı “Belirsiz alacak davası;” 2. fıkrası “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır” şeklinde değiştirilmiş; maddenin 3. fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur" şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.
Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
i-Davacının kendisinden beklenememesi,
ii-Bunun olanaksız olması,
iii-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107.maddesindeki bu düzenlemeden sonra, talep sonucunun belirlenemediği hâllerde, kısmî davaya nazaran daha kolay ve ucuz olan belirsiz alacak davası da açılabilecektir. Bunun yanında yapılan yeni düzenleme ile davacının alacağının belirlenebilir kısmını talep ederken geri kalan kısmı için tespit davası açması ya da tüm alacağı için bir tespit davası açabilmesi mümkün hâle getirilmiştir (Pekcanıtez, Pekcanıtez Usûl, s.1018).
Belirsiz alacak davasında davacının belirleyebildiği asgari tutarı talep sonucunda belirterek davasını açmasından sonra, HMK'nın 107'inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değeri tam ve kesin olarak belirlendiği takdirde aynı dava içerisinde davacının iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın başka bir deyişle karşı tarafın muvafakati ya da muvafakat verilmemesi durumunda ıslaha ihtiyaç kalmadan geçici talep sonucunu tam ve kesin olarak tespit edilen tutara çıkarması mümkündür.
Belirsiz alacak davasında, zamanaşımının kesilmesi olgusu, kısmî davadan farklı olarak, alacağın, sadece dava dilekçesinde gösterilen kesimi bakımından değil, belirsiz olan kesimi de dahil olmak üzere tamamı açısından, bu davanın açıldığı andan itibaren ortaya çıkar. Çünkü belirsiz alacak davasında, kısmî davadan farklı olarak dava konusu kılınan alacak, dava dilekçesinde belirtilen tutarla sınırlı kalmayıp, alacağın belirsiz kesimi de dahil olmak üzere tamamını kapsamaktadır (Tanrıver, 594).
Somut olayda, davacı vekilinin dava dilekçesinde 1.000.000,00 USD harca esas değer gösterilmek suretiyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla talep ettiği zarar kalemleri iki ana grupta toplanmaktadır. İlki davacı şirket uçağına davalılarca el konulmasından kaynaklı alacak ve ikincisi davacı şirkete uçağının teslim edilmemesi nedeniyle kiralamak zorunda kaldığı uçağa yönelik alacak kalemidir.
Hükme esas alınan bilirkişi kurulu raporunda davacı uçağı kayıp parçalar bedeli keşif ile tespit edilerek belirlenmiş diğer alacak kalemleri ise davacının sunduğu belge ve faturalara dayalı olarak hesaplanmıştır. Mahkemece, bilirkişi kurulunca tespit edilen miktarlardan davalı şirketin hapis hakkına dayalı olarak uçağı elinde tuttuğu dönemler hesaplanıp mahsup edilmek suretiyle hüküm kurulmuştur.
Davacının taleplerini ayrı ayrı kalemler açısından belirsiz alacak kıstasına uyup uymadığını karşılaştırmak gerekirse; davacıya ait uçağın uçamamasından kaynaklı zarar davacı tarafından verilen belgelere göre bilirkişiler tarafından hesaplanarak rapor verilmiştir. Ayrıca uçaktan alındığı belirlenen parçaların bedellerinin tespiti de davalı tarafından verilecek belgelere bağlı olmadığı gibi kolayca tespit edilebilecek niteliktedir. Bu gerekçelerle davacının taleplerinin belirsiz alacak davasına konu olacağından bahsetmek mümkün değildir. Davacının davası ancak kısmi dava olarak nitelendirilmelidir.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 470. maddesinde eser sözleşmesinin tanımı yapılmıştır.
Bu maddeye göre;
"Madde 470- Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, işsahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir."
TBK'nın 49. Maddesinde de haksız fiil hükümleri düzenlenmiştir.
Bu maddeye göre;
"Madde 49- Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür."
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Sözleşmesel ilişkin halinde genel zamanışımı süresi TBK madde 146'da düzenlenmiştir. Bu maddeye göre;
"Madde 146- Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak 10 yıllık zamanaşımına tabidir."
Ancak taraflar arasında eser sözleşmesi ilişkisi mevcut ise bu husus TBK madde 147/6'da düzenlenmiştir.
"Madde 147- aşağıdaki alacaklar için 5 yıllık zamanaşımı uygulanır.
6. Yüklenicinin yükümlülüklerini ağır kusuruyla hiç ya da gereği gibi ifa etmemesi dışında, eser sözleşmesinden doğan alacaklar."
Haksız fiil yönünden zamanaşımı süresi TBK madde 72'de hüküm altına alınmıştır. Bu maddeye göre;
"Madde 72- Tazminat istemi zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yılın ve herhalde fiilin işlendiği tarihten başlayarak 10 yılın geçmesiyle zamanışımına uğrar. Ancak tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.
Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir."
Taraflar arasındaki hukuki ilişkide, taraf fiillerinin aynı zamanda bir suç oluşturması durumunda, TBK’nın 72. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu m 60/2) maddesine göre, ceza zamanaşımı daha uzunsa bu zamanaşımı süresinin dikkate alınması gerekir.
TBK m. 72 hükmü, Eski Borçlar Kanunu ile aynı doğrultudadır. Ceza zamanaşımı süresi daha uzunsa tazminat davalarında ceza zamanaşımı süresi uygulanacaktır.
6098 sayılı TBK'nın 72. maddesi mülga 818 sayılı BK'nın 60. maddesindeki 10 yıllık süreyi değiştirmemiş, ancak Karayolları Trafik Kanunu'nda ki işletenin sorumluğuna ilişkin düzenlenen iki yıllık süre ile paralellik sağlanması amacıyla 1 yıllık süre, 2 yıllık olarak düzenlenmiştir.
TBK m. 72’ de düzenlenen ceza davası zamanaşımının uygulanabilmesi için öncelikle; zarar veren eylemin Ceza Kanunu ya da ceza hükmü taşıyan özel kanunda suç olarak düzenlenmiş olması gereklidir.
Özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda TBK m. 72’ de öngörülen zamanaşımı sürelerinin uygulanması gerekir.
Bir kişi için birden çok sorumluluk sebebinden birinin borca aykırılık, diğerinin haksız eylem olması mümkün olduğu gibi, sebeplerin haksız eylem sorumluluğu kapsamına girmekle beraber, birinin kusura dayanan sorumluluğa diğerinin kusur aranmayan sorumluluğa dayanması veya her iki sebebin de kusur aranmayan sorumluluğa ilişkin iki ayrı sebep olması da düşünülebilir.
Aynı talep sonucunun birden fazla hukuki sebebe (kanun hükmüne) dayanması halinde hakların yarışması söz konusu olur. (Nihat Yavuz - 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun Getirdiği Önemli Değişiklikler ve Yenilikler - Ankara 2012 - Sayfa 125 vd.)
''Bir hadisede kanunun iki hükmünün dahi tatbiki mümkün bulunan hallere hukuk dilinde ''hakların telahuku'' denilmektedir. Böyle bir halin kabulü için tatbiki mümkün görünen hükümlerden birinin diğerine göre hususi hüküm mahiyetinde bulunmaması şarttır. Çünkü umumi hükümle hususi hüküm karşılaştığı zaman, hadiseye ancak hususi hüküm tatbik olunabilmesi, hukukun umumi kaidelerindendir. Hakların telahukunun (yarışmasının) söz konusu olabilmesi için, aynı isteğin kanundaki iki ayrı (birden fazla) hükme göre de haklı görülmesi şarttır (YİBK 4.6.1958 tarih - 15/6 sayılı Karar).
Hakların yarışmasında, tek bir dava sebebine dayanılmakta olup, davanın bir tek talep sonucu vardır. Ancak bu bir tek talep sonucunu haklı gösteren hukuksal sebepler (kanun hükümleri) birden fazladır.
Bu durumda zarar gören açıkça dava dilekçesinde hangi sorumluluk sebebine dayandığını açıklamış olabilir. Davacı, olayda birden fazla sorumluluk sebebi bulunması karşısında, davasını bunlardan birine izafe edebilir.
Eğer zarar gören tarafından aksi kararlaştırılmamışsa TBK madde 60 ile bu konuda yeni bir düzenleme getirmiştir.
TBK madde 60'a göre;
"Madde 60- Bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir''.
Hâkim, davacının bildirdiği hukuki sebeple bağlı olmayıp, davacının dayandığı dava sebebine uygulanacak kanun hükmünü kendiliğinden araştırıp bulmak ve uygulamakla yükümlü olduğundan, hakların yarışması durumunda da davacının yarışan kanun hükümlerini noksan göstermiş veya hiç göstermemiş olmasının bir önemi yoktur. Hâkim davaya uygulanacak kanun hükümlerini kendiliğinden araştırıp bulmakla yükümlüdür. Burada, hâkimin yarışan kanun hükümlerinden davacı için daha elverişli olan kanun hükmünü kendiliğinden gözetip uygulaması gerekmektedir.
TBK madde 60' da ''zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe '' ifadesi bulunmaktadır.
Bir davada maddi olayları anlatmak davacıya, bu maddi olayların hukuki tavsifini yapmak ise mahkemeye aittir. Bir iş kazasında birden çok hukuki sorumluluk sebebi yarışıyorsa, bu durumda zarar gören aksini kararlaştırmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, hâkim, zarar görene en iyi tazminatı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verecektir.
Somut olayda; davacı vekilince dava dilekçesinde davalıların müvekkiline ait uçağı, uçağın bakım kayıtlarına ve parçalarına haksız elkoyması nedeniyle tazminat istediklerini belirttiği, ilk derece mahkemesince de İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesince, davanın haksız eyleme dayalı tazminat davası olarak nitelendirildiği, davacı vekilinin de bu kararı kabul edilen bu olgu bakımından temyiz etmediği anlaşılmakla, yukarıda açıklanan nedenlerle davanın haksız fiil nedenine dayalı tazminat davası olduğunun kabulü gerekmiştir.
Bu durumda mahkemece davacının davası kısmi dava olarak kabul edilip, davasını haksız fiil sebebine dayandırdığı olgusundan hareket edilerek davalı eyleminin haksız fiil olmakla birlikte suç teşkil edip etmediği belirlenmeli, bu belirleme yapıldıktan sonra ıslah tarihi itibariyle ıslah edilen miktara uygulanacak zamanışım süresi gözönünde bulundurularak sonuca gidilmelidir.
Bu hususlar gözönünde bulundurulmadan yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu gerekçelerle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle birleşen 2015/571 E.sayılı davada davalılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca birleşen 2015/571 E.sayılı davada davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün Birleşen Bakırköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2015/751 Esas sayılı dosyası bakımından davalılar yararına BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında vekil ile temsil olunan birleşen 2015/571 E.sayılı davada davalılar yararına takdir olunan 3.815,00 TL duruşma vekalet ücretinin birleşen 2015/571 E.sayılı dosyasında davacıdan alınarak davalılara verilmesine, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 6100 sayılı HMK 373. madde hükümleri gözetilerek dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğin ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 08.02.2022 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için destek@ictihatlar.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.