Abaküs Yazılım
10. Hukuk Dairesi
Esas No: 2021/256
Karar No: 2021/12255

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2021/256 Esas 2021/12255 Karar Sayılı İlamı

10. Hukuk Dairesi         2021/256 E.  ,  2021/12255 K.

    "İçtihat Metni"

    Bölge Adliye Mahkemesi : ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
    No : 2018/1671-2020/1477

    İlk Derece Mahkemesi : ... 14. İş Mahkemesi
    No : 2017/564-2018/141

    Dava, istirdat istemine ilişkindir.
    İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın reddine dair verilen karara karşı taraf vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince istinaf başvurularının kabulüyle, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen kararın, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
    Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddî delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, Üye ... ve ..."ın muhalefetine karşı, Başkan ... ve Üyeler ..., ..."nın oyları ve oy çokluğuyla 14/10/2021 gününde karar verildi.

    KARŞI OY GEREKÇESİ

    1.Çoğunluk ile aradaki temel uyuşmazlık, “sigortalının açtığı hizmet tespit davasının kesinleşmesi sonucu, işverene kurum tarafından karar üzerine çıkarılan prim borcunun tahsilinde zamanaşımı süresi ve başlangıcının, primlerin ait oldukları (muaccel oldukları) dönemde yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri kapsamında değerlendirilip, değerlendirilmeyeceği, hizmet tespit davasının zamanaşımını kesen bir neden olup olmayacağı” noktasında toplanmaktadır.
    2.İlk derece mahkemesi işverenin kurum aleyhine açtığı istirdat davasında yaptığı yargılama sonunda “işveren tarafından yasal yükümlülüklere aykırı bir biçimde sigortalılık bildirimi yapılmayan ve bu kapsamda sigorta prim ödemesi de gerçekleştirilmemiş olan çalışma sürelerinin, çalışanın uzun vadeli sigorta kolları kapsamındaki sigortalılık hakları yönünden değerlendirilebilmesi, işverene karşı açacağı hizmet süresinin tespitine yönelik dava sonucu elde edeceği hükümle mümkün olabildiği, kayıt dışı sigortalı istihdamı yoluna giden işverenin eyleminin, sosyal güvenlik sistemi içerisinde idari para cezası yanında Kurum zararının tazmininde ağırlaştırılmış sorumluluk gerektiren hukuka aykırı davranış olarak kabul edildiği, hukuken genel ilkeleri ise, kişinin kendi kusurlu eyleminden yarar sağlamasına ve hukuka aykırı eyleme dayanılarak zamanaşımı def’inin kötüye kullanımına imkan vermediği, bu maddi ve hukuki olgular bağlamında; 5510 sayılı Kanunun 93/2.maddesi ile, 506 sayılı Kanunda öngörülmeyen yeni bir düzenleme getirilerek zamanaşımı süresi belirtildikten sonra, prim ve diğer alacakların doğmasındaki özel durumlarda zamanaşımının hangi tarihte başlayacağının belirlendiği, Kurumun prim ve diğer alacaklarının, ödeme süresinin dolduğu tarihi izleyen takvim yılı başından başlayarak 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, prim ve diğer alacaklar mahkeme kararı sonucu doğmuş ise, 10 yıllık zamanaşımı süresinin, mahkeme kararının kesinleşme tarihinden itibaren işlememeye başlayacağı belirgin bulunmakla, buna göre Kurumun prim ve diğer alacakları mahkeme kararının kesinleştiği tarihte doğup, talep konusu hak, anılan tarihte istenebilir konuma geldiğinden, bu tür uyuşmazlıkların çözümünde, kesinleşen tarih itibariyle yürürlükte olan yasal mevzuatın uygulanması gerektiği” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
    3.Davacı işverenin kararı istinaf etmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince oy çokluğu ile “uyuşmazlığın çözümünde 5510 sayılı Kanun"un 93/2. maddesinde yer alan ve zamanaşımı başlangıcına ilişkin özel düzenlemelerin; 5510 sayılı Kanun"un yürürlük tarihinden öncesine ilişkin prim borçları yönünden esas alınıp alınamayacağı, zamanaşımı süresi bakımından, 08.12.1993 günü öncesine ve 06.07.2004 sonrasına ilişkin prim ve diğer alacaklar yönünden Kurumun alacak hakkının, Borçlar Kanunu"nun 125. maddesinde öngörülen (10) yıllık zamanaşımı süresine tabi olup, zamanaşımının başlangıç tarihi, anılan Kanun"un 128. maddesi gereğince alacağın muaccel olduğu tarih ve zamanaşımının kesilmesi ile durmasına ilişkin 132. ve ardından gelen maddelerindeki düzenlemeler de uygulama alanı bulacağı, 08.12.1993 – 05.07.2004 dönemine ait prim ve diğer alacaklar yönünden ise, 6183 sayılı Kanun"un “Tahsil zamanaşımı” başlığını taşıyan 102. vd. maddeleri uygulanacağı, anılan madde hükmüne göre (5) yıl olan zamanaşımı süresinin başlangıcı da, alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen yıl başı olarak kabul edilmesi gerektiği, 01.10.2008 tarihinden önceki dönemlere ait hizmet sürelerine ilişkin prim alacakları yönünden zamanaşımı süresi ve başlangıcının, primlerin ait oldukları (muaccel oldukları) dönemde yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerekirken kesinleşen çalışma süresi tespitine ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesine bağlı olarak muacceliyet tarihinin belirlenmesiyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğu, şu halde 06/07/2004 tarihi öncesine ilişkin prim ve ferilerine ilişkin borçların 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu açık olmakla davacının davasının bu döneme ilişkin kabulü gerektiği, 06/07/2004 tarihi sonrasında muaccel olan prim ve ferilerine ilişkin ise 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği görülmekle 17/07/2013 ödeme tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolmadığı, Temmuz 2004 ve sonrasına denk gelen prim ve işsizlik sigortası primi ile ferilerine ilişkin borç toplamının 4.029,98 TL olduğu” gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    4.Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir (Velidedeoğlu, H. V.: Türk Medeni Hukuku, c. 1, cüz I, 6. Baskı, ... 1959, s. 274).
    Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç haline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır. Diğer bir ifadeyle özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
    Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def"ide bulunması gerekir (Reisoğlu, S.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, ... 1998, s.334, HGK’nın 05.05.2010 tarihli ve 2010/8-231 E., 2010/2553 K.; 03.05.2006 tarihli ve 2006/4-232 E., 2006/269 K. sayılı kararları).
    Yargıtay’ın istikrar kazanmış son uygulamalarına göre, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def"i olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (HGK’nın 06.04.2011 tarihli ve 2010/9-629 E., 2011/70 K.; 09.10.2013 tarihli ve 2013/4-36 E., 2013/1457 K.; 12.03.2014 tarihli ve 2013/4-544 E., 2013/315 K. sayılı kararları).
    Nitekim, Türk-İsviçre öğretisinde ağırlıklı görüşün ve İsviçre Federal Mahkemesinin de, zamanaşımını maddi hukuka ilişkin bir kavram olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır (Erdem, M.: Özel Hukukta Zamanaşımı, 1. Baskı, ... 2010, Sahife: 8, dipnot 15-16).
    5.TBK"nın 149. (BK 128.) maddesi uyarınca ise zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Muacceliyet, bir borç ilişkisinde, alacaklının edimi isteyebileceği ve borçlunun da bu isteme uyarak, edimi ifa etmekle yükümlü olduğu anı belirler. Bir başka deyişle, söz konusu anda borç ifa kabiliyeti kazanır ve alacaklı yine o anda edimi kabul etmekle yükümlü olur. Bir alacağın ya da borcun muaccel olması, ilke olarak edimin ifası için öngörülmüş bulunan vadenin dolmasıyla gerçekleşir.
    Borcun muaccel olmasından amaç, ödeme zamanının, vadesinin gelmesidir. Öyle ki borçlu ifayı geciktirmek için artık herhangi bir sebebe dayanmayacak, alacaklı da borcun derhal ifasını istemek imkanına kavuşmuş bulunacaktır. O halde işin niteliğinden, zararın öğrenilmesi ve belirlenmesi muaceliyeti etkiler. Zira alacağın muaccel olması, belirli ve bilinmesine bağlıdır. Alacak belirli değilse ne alacaklı talep edebilir ne de borçlu ifa edebilir.
    Borç için öngörülen zamanaşımı süresi, borç ilişkisinin doğduğu anda değil, bu ilişkiden doğan borcun muaccel olduğu (ifa zamanının geldiği) andan itibaren işlemeye başlayacaktır” (Ahmet M. Kılıçoğlu – Borçlar Hukuku Genel Hükümler - ... 2016 - Sayfa 570 vd.). Alacaklının borçlulardan, borcun ifasını isteyebileceği, borçlunun da bunu yerine getirmek zorunda olduğu andan itibaren alacak muaccel hale gelir. Kanun veya sözleşme farklı bir düzenleme getirmediği ya da işin niteliği aksini gerektirmediği takdirde, borç doğumu anından itibaren muacceldir(BK. Mad. 74).
    İfa zamanı birbirinden farklı iki anlamda kullanılır. İfa zamanı her şeyden önce alacaklının borçludan edimin ifasını isteyebileceği, gerektiğinde bu amaçla dava açabileceği, borçlunun da edimi ifa zorunda olduğu zamanı ifade eder. Bu anlamda ifa zamanına “borcun muacceliyeti” veya borcun muaccel olduğu zaman” denir. Muacceliyet, borç veya alacağın bir niteliğidir. Alacağı talep hakkı, borcun muaccel olduğu anda doğar. Gerçekten, alacak hakkı borç ilişkisi kurulduğu anda doğar. Bu nedenle alacaklı, borç muaccel olmadan edimin ifasına isteyemez.
    6. Borçlar Kanununun 136/1 (TBK m. 157/1) maddesine göre, bir dava veya def"i ile kesilmiş bulunan zamanaşımı, dava süresince iki tarafın yargılama ile ilgili her işleminden veya yargıcın her kararından sonra (kesilir ve) yeniden işlemeye başlar. Zamanaşımı kesilince, kesilmeden itibaren yeni bir süre işlemeye başlar (BK m. 135/1). Zamanaşımının kesilmesinden sonra işleyecek yeni zamanaşımı süresi, eski (kesilen) zamanaşımının aynıdır (Y.HGK. 18.09.2013 tarihli ve 2013/15-169 E, 2013/1365).
    7. “Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca “herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Objektif iyiniyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen madde, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanılmasını yasanın korumayacağını belirtmiştir. Keza 6100 Sayılı HMK.’un 28/1 maddesine göre “Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar”. Tarafların iyiniyeti veya kötüniyeti(Y. İBK. 14.2.1951 gün ve 17/1), taraflarca ileri sürülmese dahi dosyadan anlaşıldığı takdirde hakim resen dikkate alacaktır(Y. HGK. 21.10.1983 gün ve 1981/1-30 E, 1983/1000 K).
    Teorik olarak zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kuralının görünümlerinden biri olan çelişki yasağına aykırılık teşkil etmesi halinde hâkim tarafından TMK m.2/f. II’ deki yaptırımın uygulanıp def’inin nazara alınmaması gerektiği düşünülebilir. Borçlunun, fiillerinin çelişki yasağına aykırılık teşkil etmesi için, alacaklısını hukuki çareye başvurmaktan alıkoyan fiillerinin kasıtlı olması aranmaz; borçlunun, davranışlarından alacaklıyı hukuki çarelere başvurmamaya yöneltmiş olmasının anlaşılması yeterlidir(Tok, Ozan. Zamanaşımı Def’inin İleri Sürülmesinin Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı Çerçevesinde Sınırlandırılması. MÜHF - HAD, C.21, S.1. s: 239 vd). Hukukun genel ilkeleri ise, kişinin kendi kusurlu eyleminden yarar sağlamasına ve hukuka aykırı eyleme dayanılarak zamanaşımı def"inin kötüye kullanımına olanak vermemektedir.
    Yargıtay 10. Hukuk Dairesi"nin 17.06.2008 gün ve 2007/4226 Esas - 2008/8590 Karar sayılı ilamında da belirtildiği gibi "... Borçlunun, borcun zamanaşımına uğradığını ileri sürerek borcu ödemekten kaçınma hakkı bulunmakla birlikte, Medenî Kanunda yer alan dürüstlük ilkesi, usul hukukunda da geçerli olan genel bir hukuki ilke olduğundan; yanlış beyan veya dava açılmasını önleyici hareketlerde bulunarak, zamanaşımı süresinin geçmesine neden olan borçlunun zamanaşımı def’ini ileri sürmesi iyiniyet ilkesiyle bağdaşmadığından; kamu düzenini ilgilendiren hakkın objektif iyiniyet ilkesine aykırı olarak kullanıldığı itirazı, davanın her safhasında ileri sürülebileceği gibi, mahkemelerce de doğrudan gözetilebilir. (M.Kemal Oğuzman/M.Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Filiz Kitabevi, ... 1995, s. 460; ..., Türk Borçlar Hukuku, Cilt 1, Genel Hükümler, Sermet Matbaası, ... 1976, s.1269; R.Arslan, Medeni Usul Hukukunda Dürüstlük Kuralı, S Yayınları, ... 1989, s.107).
    Sigortalının çalışmasını bildirmeyen, sigortalının hizmet tespiti davası açmasından ve hizmet tespitinin kesinleşmesinden sonra kurumun karşılığı prim alacaklarını tahsil talebinde bulunması üzerine zamanaşımı definde bulunması dürüstlük kuralına aykırılık oluşturacaktır. Zira işverenin davranışı hukuka aykırı olup, kuruma bildirmemesinden kaynaklanmakta, kurumun daha önce tahsil olanağını ortadan kaldırmakta, bir anlamda mahkemeye erişim hakkını engellemektedir.
    8.Belirtmek gerekir ki işverenin işçinin çalışmasını kuruma bildirmemesi, primini yatırmaması, iş sözleşmesine aykırılık teşkil ettiği gibi kamu düzeninden ve temel hak olan sosyal güvenlik hakkının ihlalidir. Bu aynı zamanda hukuka aykırı bir davranıştır. Zira Sosyal Güvenlik Hukuku sigortalı, işveren ve devlet arasındaki ilişkileri düzenler.
    9.Borçlar Kanunu"nun 114. maddesinin 2. fıkrası uyarınca “Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanır”. Belirtilmek gerekir ki, zamanaşımın işlemeye başlaması için zarar görenin, zarar veren eylem veya olayı değil, zararı öğrenmesi gerekir. Zararı öğrenme de davacının bilimsel olarak değerlendirme olanağı olduğu anda gerçekleşir.
    Hukuka aykırı bir eylem işlenilmesine karşın, onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için eylem tarihinden itibaren bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise zararın bütün unsurlarıyla birlikte öğrenilmesi mümkün değildir.
    İşverenin sigortalı hizmetlerini kuruma bildirmemesi, primi yatırmaması, hukuka aykırı olup haksız fiili niteliğindedir. Sigortalı hizmet tespiti davası açtığında, kurum faili öğrense de zararın miktarını ancak hizmet tespiti kararı kesinleştiğinde öğrenmekte, alacak bu şekilde belirli ve ifa edilir hale gelmektedir. Nitekim 5510 sayılı kanun 93/2. maddesi düzenlemesi ile bunu açık hale getirmiştir.
    10. Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı yazılan karşı oyda belirtildiği gibi “5510 sayılı Kanun"un 93/2. maddesinin yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihinden itibaren kesinleşen çalışma süresinin tespitine yönelik kararlar nedeniyle doğan prim alacaklarında, alacak kesinleşen mahkeme kararıyla doğduğundan, bu tarih öncesinde hukuken varlığından söz etmeye olanak bulunmayan sigortalılık nedeniyle prim tahakkuku da hukuken mümkün değildir. Prim alacaklısı Sosyal Güvenlik Kurumu, prim alacağından ne zaman haberdar olmuş ise alacağını isteme hak ve yetkisine o zaman kavuşacaktır. Kurumun haberdar olmadığı bir alacağını istemesini ve tahsil etmesini beklemek ve bu sürede zamanaşımı süresini işletmek hukuk mantığına aykırıdır. 506 sayılı Kanun"un 80. maddesinde düzenlenen süre, Kuruma bildirilen haberdar olunan prim alacakları için geçerli bir süredir. Kurumun haberdar olmadığı bir alacağın zamanaşımı süresinin hangi tarihte başlayacağına dair 506 sayılı Kanunda bir düzenleme mevcut değildir. 506 sayılı Kanunun 80. maddesinde düzenlenen prim alacağı ile 5510 sayılı Kanunun 88. maddesindeki prim alacağı aynı alacaktır. Hukuki nitelikçe aralarında bir fark yoktur. Her ikisi de kamu alacağıdır. Bu kamu alacağının zamanaşımına esas alınan başlangıç tarihinin ne zaman başlayacağı hangi ilkelerin uygulanacağı kanun koyucu tarafından 93/2. maddesinde açıklanmış, izah edilmiştir. Bu düzenleme “olanının açıklanması, malum ilkelerin ilanı niteliğinde” olup yeni bir ilke yeni bir düzenleme getirmemiştir. Gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinilmesini önlemek için, kamu düzenine ilişkin dava sürecindeki yargılama sonucu elde edilecek kesin hükümle ortaya çıkacak sigortalılık süresi için prim tahsil olanağı öngörülmüşken, hukuken varlık kazanmamış sigortalılık süresi yönünden zamanaşımı süresinin işletilmesine olanak bulunmamaktadır”.
    11.Sonuç olarak açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında, 5510 sayılı Kanunun 93/2. maddesiyle, 506 sayılı Kanunda öngörülmeyen yeni bir düzenleme getirilerek, zamanaşımı süresi belirtildikten sonra prim ve diğer alacakların doğmasındaki özel durumlarda zamanaşımının hangi tarihten başlayacağı belirlenerek, Kurumun prim ve diğer alacaklarının, ödeme süresinin dolduğu tarihi izleyen takvim yılı başından başlayarak on yıllık zamanaşımına tâbi olduğu, prim ve diğer alacaklar mahkeme kararı sonucunda doğmuş ise on yıllık zamanaşımı süresinin, işverenin davranışı aynı zamanda haksız fiil olup, zararın belirlendiği mahkeme kararının kesinleşme tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı açıktır. Kurumun prim ve diğer alacakları mahkeme kararının kesinleştiği tarihte doğup, anılan tarihte istenebilir konuma geldiğinden, bu tür uyuşmazlıkların çözümünde, kesinleşme tarihi itibariyle yürürlükte olan mevzuatın uygulanması gerektiğinden ve kararın bu yönü ile bozulması gerektiğinden, çoğunluğun onama görüşüne katılınmamıştır.

    KARŞI OY GEREKÇESİ

    Mahkemece 5510 sayılı Kanun"un 93/2. maddesi kapsamında borcun zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince istinaf isteminin kabul edilerek ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak çoğunluk görüşü doğrultusunda primlerin ait olduğu ayı takip eden ay itibariyle zamanaşımının başlayacağı buna göre zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne dair karar verilmiştir. Temyiz incelemesi sırasında hükmün onanmasına yönelik Sayın çoğunluk görüşüne aşağıdaki gerekçelerle iştirak edilmemiştir.
    Sosyal Güvenlik hukukunun kapsamı, Kurumu"nun prim alacağının hukuki niteliği, uyuşmazlığın çözümünde uygulanacak yasa hükümleri, zamanaşımının başlangıç tarihinin hangi tarih olacağı noktasında Sayın çoğunlukla görüş ayrılığına düşülmüştür. Sayın çoğunluk mahkemenin davanın reddine dair kararını kanunların geriye yürümeyeceği ilkesinden hareketle oluşturmuş; 506 sayılı Kanun"un 80. maddesindeki düzenleme kapsamında prim borcunun ait olduğu ayı takip eden ayın sonunda muaccel hale geleceğinden bahisle zamanaşımı süresinin bu tarihten itibaren başlayarak dava konusu prim alacağının zamanaşımına uğradığının kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
    Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle sosyal güvenlik hukukunun, kamu hukuku mu, yoksa özel hukuk alanına mı girdiği ve primin hukuki niteliğinin ne olduğu hususlarının tespit edilmesi gerekmektedir.
    Sosyal güvenlik hukuku çerçevesinde oluşturulan sigortalılık ilişkisi bir kamu hukuku ilişkisidir. Bu ilişki yasa gereği kendiliğinden meydana gelir. Sigortalı olma yükümü sigortalının iradesinden bağımsızdır. Yasanın emredici kuralı doğrultusunda ortaya çıkar. Sigortalı olma hak ve yükümlülüğünden kaçınılmaz. İşverenin sigortalıları bildirmek, primleri ödemek gibi kaçınamayacağı yükümlülükleri vardır. Bu nedenle sigortalı-işveren-Kurum arasında kamu hukukundan kaynaklanan bir ilişki söz konusudur. Kamu hukuku içinde yer alan sosyal güvenlik hukuku, bir kamu hizmetinin yürütümünü düzenlediği için aynı zamanda “ idare hukukunun da” bir parçasıdır. Özel hukukla bağını sınırlı olarak korumuştur. Kendi kamu hukukundan kaynaklanan yapısına uygun medeni ve borçlar hukuku ilkelerinden de yararlanmaktadır.
    Prim, sosyal sigortaların temeli olup;çeşitli sosyal risklere karşı bireylerin ekonomik açıdan güvenliğini karşılama amacıyla alınmaktadır. Sosyal risklerin gerçekleşmesi halinde sigortalıya yapılacak yardımların karşılığı olmak üzere, zorunlu olarak sigortalı adına ve hesabına Sosyal Güvenlik Kurumu"na ödenen işçi, işveren ve devlet katkısından oluşan parasal bir kaynaktır. Primin hukuki niteliği üzerinde öğretide farklı görüşler bulunmaktadır. ... sigortalıdan kesilen hisse nedeniyle primin “geriye bırakılmış ücret” olduğunu ifade ederken, ... ve ...; primlerin zorunlu oluşu, matrahının ve oranının kanunlarla belirlenmesi, tahsilinin kamu yaptırımları ile denetlenmesi, kamusal hizmet niteliğindeki sosyal sosyal sigorta edimlerinin finasmanına tahsis edilmesi nedeniyle primler “vergi” veya “vergi benzeri” ödeme sayılacağı, ... ise; vergi ve primlerin genel bütçedeki konumlarına göre primin bütçe dışı gelir olması nedeniyle vergi yada ücret gibi belirli bir hukuki müesseseye bağlanmayan “kamu hukukuna dayalı kendine özgü bir müessese” olarak tanımlamıştır.
    Bu tanımlardan hareketle primlerin zorunlu oluşu, matrah ve oranlarının kanunlarca belirlenmesi, tahsilinin kamusal yaptırımlara bağlanması kamu alacaklarının tahsiline yönelik 6183 sayılı Kanun kapsamında tahsil edilmesi karşısında, kamusal nitelikte bir alacak olduğu açıktır. Bu nedenle tahakkuk ve tahsilinde kamu hukukuna ait hüküm ve ilkeler uygulanacaktır. Özel hukuk borç ilişkilerini düzenleyen Borçlar Kanunun “muacceliyet hükümlerinin” bu uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır.
    Prim alacaklısı Sosyal Güvenlik Kurumu, prim alacağından ne zaman haberdar olmuş ise alacağını isteme hak ve yetkisine o zaman kavuşacaktır. Kurumun haberdar olmadığı bir alacağını istemesini ve tahsil etmesini beklemek ve bu sürede zamanaşımı süresini işletmek hukuk mantığına aykırıdır. 506 sayılı Kanun"un 80.maddesinde düzenlenen süre, Kuruma bildirilen haberdar olunan prim alacakları için geçerli bir süredir. Kurumun haberdar olmadığı bir alacağın zamanaşımı süresinin hangi tarihte başlayacağına dair 506 sayılı Kanunda bir düzenleme mevcut değildir. Ancak kamu hukukunun alacakların tahsiline ilişkin ilkeleri ile çözüme kavuşturulmaları gerekmektedir. Tıpkı vergi hukukunda kabul edilen, tahakkuk ve tahsil için ayrı zamanaşımı süreleri prim alacağı içinde geçerlidir. Vergi alacağı, vergi doğuran olayın idare tarafından öğrenilmesinden itibaren tahakkuk ettirilmekte, bu tahakkuktan sonra tahsil zamanaşımına tabi olmaktadır. Bu özellik, alacağın kamu alacağı niteliğinden kaynaklanmaktadır. Nitekim 5510 sayılı Kanunun 93/2 maddesinde kanun koyucu tarafından aynı kamu hukuku ilkeleri gözetilerek “Kurumun prim ve diğer alacakları ödeme süresinin dolduğu tarihi takip eden takvim yılı başından başlayarak on yıllık zamanaşımına tabidir. Kurumun prim ve diğer alacakları; mahkeme kararı sonucunda doğmuş ise mahkeme kararının kesinleşme tarihinden, Kurumun denetim ve kontrolle görevli memurlarınca yapılan tespitlerden doğmuş ise rapor tarihinden, kamu idarelerinin denetim elamanlarınca kendi mevzuatı gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemelerden doğmuş ise bu soruşturma, denetim ve inceleme ve inceleme sonuçlarının Kuruma intikal ettiği tarihten veya bankalar döner sermayeli kuruluşlar, kamu idareleri ile kanunla kurulmuş kurum ve kuruluşlardan alınan bilgi ve belgelerden doğmuş ise bilgi ve belgenin Kuruma intikal ettiği tarihten itibaren zamanaşımı on yıl olarak uygulanır. Bu alacaklar için 89. madde gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı 88. maddede belirtilen ödeme süresinin son gününü takip eden günden itibaren uygulanır” düzenlemesini getirilmiştir.
    506 sayılı Kanunu 80. maddesinde düzenlenen prim alacağı ile 5510 sayılı Kanunun 88. maddesindeki prim alacağı aynı alacaktır. Hukuki nitelikçe aralarında bir fark yoktur. Her ikisi de kamu alacağıdır. Bu kamu alacağının zamanaşımına esas alınan başlangıç tarihinin ne zaman başlayacağı hangi ilkelerin uygulanacağı kanun koyucu tarafından 93/2 maddesinde açıklanmış, izah edilmiştir. Bu düzenleme “olanının açıklanması, malum ilkelerin ilanı niteliğinde” olup yeni bir ilke yeni bir düzenleme getirmemiştir.Bu dönemdeki yasal boşluk hakimin hukuk yaratma yetkisi kapsamında içtihatla doldurulmuş olup, bu içtihatlarda zamanaşımının tespit davasının kesinleşmesinden sonra başlayacağı kabul edilmiştir. Uygulayıcının buradan hareketle açık düzenleme bulunmayan 506 sayılı Kanun dönemindeki Kurum alacakları içinde kamu hukukunun bu ilkelerini uygulayarak sonuca gitmesi gerekmektedir. Kanunun geriye yürütülmesi gibi bir sorun bulunmamaktadır.
    Yukarıda açıklanan, kamu alacaklarının tahakkuk ve tahsiline ilişkin usule göre; prim alacağında zamanaşımı süresinin, prim alacağının tespitine ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarihinden sonra işlemeye başlayacağı yönündeki ilk derece mahkemenin hukuki kabulü ve buna uygun karşı oy görüşü yerinde olduğundan aksi yöndeki ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi kararının bozulması gerektiğinden kararın onanmasına dair sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi