
Esas No: 2015/1318
Karar No: 2018/231
Karar Tarihi: 14.02.2018
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/1318 Esas 2018/231 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Adana 4. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.10.2011 gün ve 2007/1679 E., 2011/764 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 01.10.2012 gün ve 2012/888 E., 2012/16725 K. sayılı kararı ile,
“…Dava dışı işveren adına kayıtlı işyerinde 01.06.1983 günü çalışmaya başladığı yönünde davacı adına düzenlenen işe giriş bildirgesinin yasal hak düşürücü süre içerisinde 21.07.1983 tarihinde davalı Kuruma verildiği, bildirgede yer alan imzanın davacıya ait olmadığı grafolog bilirkişi tarafından saptandığı, iki davacı tanığının, davacının davalı işyerinde çalıştığını teyit ettiği anlaşılmakta olup; davacının, anılan işyerinde 01.06.1983 tarihinde bir gün süreyle hizmet akdine dayalı olarak geçen ve Kuruma bildirilmeyen çalışmanın ve anılan tarihin sigortalılık başlangıcı olarak tespiti istemine ilişkin davanın, mahkemece yapılan yargılamasında, talep reddedilmiş ise de, yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm kurmaya elverişli olmadığı belirgindir.
506 Sayılı Kanunun 108"inci maddesi gereğince sigortalılık başlangıç tarihinin belirlenmesine ilişkin açılan her dava, sigortalılığın saptanması istemini de içerdiğinden, bu Kanunun 79"uncu maddesinin onuncu fıkrasına dayalı olan ve “hizmet tespiti davası” olarak nitelendirilen bir görünüm arz etmekte olup, bunun doğal sonucu olarak da söz konusu 1 günlük çalışmanın belirlenmesi talepli davada, hizmet tespiti davalarındaki kanıtlama yöntem ve ilkeleri benimsenip uygulanmalı, başka bir anlatımla, sigortalılıktan söz edilebilmesi için, çalışmanın varlığı, hizmet tespiti davaları yönünden kabul edilen yöntem ve ilkelere uygun biçimde saptanmalıdır. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden çalışanlar ile çalışmayanlar arasında haksız ve adaletsiz bir durumun oluşmasına yol açabilecektir. Yöntemince düzenlenerek yasal hak düşürücü süre içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı"na verilen sigortalı işe giriş bildirgesi, ilgilinin işe alındığını gösteren yazılı delil niteliğinde ise de, sigortalılığın kabulü açısından kuşkusuz tek başına yeterli kabul edilemez ve bu kapsamda çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli başka kanıtlar aranmalıdır. Bu tür 1 günlük sigortalı hizmetin belirlenmesine ilişkin davalar kamu düzeni ile ilgili olduğundan, özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunlu olup, mahkemece, tarafların gösterdiği/sunduğu deliller ile, yetinilmemeli, 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun ilgili hükümleri esas alınarak kendiliğinden araştırma ilkesi benimsenmeli, sigortalılığın kabulü ve hüküm altına alınabilmesi için mutlak koşul niteliğindeki hizmet akdinin ve eylemli çalışmanın varlığı ortaya konulmalıdır.
Bu nedenle, işe giriş bildirgesinin verildiği, ancak, yasal diğer belgelerin bulunmadığı durumlarda çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalı, kamu düzenine dayalı bu tür davalarda; hakim, görevi gereği doğrudan soruşturmayı genişleterek sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını belirlemeli; bu cümleden olmak üzere, Mahkemece, öncelikle davacıya verilen sigorta sicil numarasının hangi yıla ait olduğu davalı Kurum"dan sorulmalı, davacının çalışmasını bilebilecek durumdaki aynı çevrede iş yeri olan işveren, ya da bu işverenlerin çalıştırdığı kişiler saptanarak bilgi ve görgülerine başvurulmalı, çalışmanın fiili ve gerçek olup olmadığı yöntemince araştırılmalı, işyerinde tutulması gerekli puantaj kayıtları ve gerekli dosyalar ile, müfettiş raporları olup olmadığı araştırmalı, işyeri çalışanlarından aynı dönemde iş yerinde çalışanların bulunup bulunmadığı saptanmalı ve sigortalının bu işte ne kadar süre ile çalıştığını açıklanarak toplanan kanıtların birlikte değerlendirilmesi suretiyle varılacak sonuca göre karar verilmelidir.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında, somut olay incelendiğinde: açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece, eksik inceleme ve araştırma sonucu istemin aynen hüküm altına alınması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin 01.06.1983 tarihinden itibaren davalı işveren H. İbrahim Baydemir yanında sigortalı olarak üç ay süreyle çalıştığını, işverenin 21.07.1983 tarihinde Kuruma işe giriş bildirgesi verdiğini, bu bildirime rağmen işverenin sigorta primlerini yatırmadığı ve bordro düzenlemediği gerekçesiyle Kurum tarafından sigorta başlangıcı ve bu döneme ilişkin çalışmalarının kabul edilmediğini ileri sürerek davacının 01.06.1983 ile 21.07.1983 tarihleri arasında davalı ... yanında sigortalı olarak çalıştığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili 12.03.2008 tarihli celsede teleplerini davacının 01.06.1983 tarihinde bir gün çalıştığının tespiti olarak düzelttiklerini, davalı ... hakkında açtıkları davadan da vazgeçtiklerini beyan etmiştir.
Davalı SGK vekili davacının 21.07.1983 tarihli işe giriş bildirgesinin Kurum kayıtlarına intikal ettirildiğini, ancak salt işe giriş bildirgesinin mevcut olmasının fiili çalışmayı kanıtlamadığını, ayrıca çalışma olgusunun bordrolara da yansıtılması gerektiğini, ancak davacının Kurum kayıtlarına intikal eden fiili bir çalışmasının bulunmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece yapılan araştırmalarda davacının söz konusu işyerinde çalıştığına dair herhangi bir delil temin edilemediği, işe giriş bildirgesi üzerinde yaptırılan imza incelemesinde imzanın davacıya ait olmadığının belirlendiği, emniyet aracılığı ile yapılan araştırmada davalıyı tanıyan bilen olmadığından işyerine komşu bulunan işverenler ve bu işyerlerinde çalışanların tespitinin mümkün olmadığının belirtildiği, davacı tarafa işyerine komşu işyerlerinde çalışan tanıkları bildirmesi için süre verildiği ancak davacı tarafından tanık bulunamayacağının bildirildiği, davacı tanıklarının davacının fiilen çalışmasına tanık olan kişiler olmadığından beyanlarının yeterli görülmediği, davacı tarafça başkaca somut bir delil sunulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki karardaki gerekçeler tekrar edilerek ve bozma kararında belirtilen hususların tamamının araştırıldığı ve araştırılacak başka bir husus kalmadığı da belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık somut olayda davacının sigorta başlangıç tarihinin tespitine yönelik mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun Geçici 7/1’inci maddesinde, “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20"inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” düzenlemesinin yer alması ve genel olarak kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında, davanın yasal dayanağının Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve anılan Kanun’un 79’uncuve 108’inci maddesi olduğu kabul edilmelidir.
Öncelikle ifade edilmelidir ki, 5510 sayılı Kanun’un Geçici 7’inci maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun’un 2’inci ve 6’ıncı maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun’un 3’üncü maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun’un 6/1’inci maddesinde yer alan açık hüküm gereğidir.
Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada, işçinin bir takım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Belirtilen amaca yönelik davaların yasal dayanağı, Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 108’inci maddesinde sigortalılık süresini düzenlemekte olup, sigortalılık niteliği taşımayan bir kimsenin sigortalılık süresinden de söz edilemeyeceği belirtilmiştir. İlgili Kanunun 79’uncu maddesinde ise “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri” açıklanmıştır.
Sigortalı tarafından açılan hizmet ve bir günlük sigortalılığın tespiti davalarında her türlü delille kanıtlanabilen çalışma olgusunun usulünce belirlenmesinden sonra, bu çalışmanın sigortalı çalışma olup olmadığı; ardından da ücret olgusu ve çalışılan zaman üzerinde durulmalıdır.
Sosyal güvenlik hukukunun hem kamu hukuku, hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında, özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup, kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
Sigortalılık başlangıç tarihi ve hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi icabettiği Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı gereği olduğundan, kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında, hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı bu davalarda ispat yükü, bir tarafa yüklenemez.
Öte yandan, hizmet tespiti davalarının amacı, hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunması olduğundan, tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı ile yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği araştırılmalıdır. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir.
Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabileceğinden bu davalarda iş yerinde tutulması gerekli dosyalar ile kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, mümkün oldukça tespiti istenen dönemde iş yerinin yönetici ve görevlileri, iş yerinde çalışan öteki kişiler ile o iş yerine komşu ve yakın iş yerlerinde, tarafları veya iş yerini bilen veya bilebilecek durumda olanlar zabıta marifetiyle araştırılarak saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı, çalışmanın konusu, sürekli, kesintili ya da mevsimlik mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında beyanları alınarak, tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, iş yeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli, beyanları diğer yan delillerle desteklenmelidir.
Nitekim açıklanan hususlar Hukuk Genel Kurulunun 25.02.2009 gün 2009/10-41 E. 2009/93 K.; 24.06.2009 gün 2009/21-249 E. 2009/291 K; 27.01.2010 gün 2019/10-578 E. 2010/37 K.; 07.04.2012 gün 2012/21-137 E. 2012/433 K.; 12.06.2013 gün 2012/10-635 E. 2013/823 K. ve 25.09.2013 gün 2013/21-182 E. 2013/2013/1401 K. sayılı kararlarında da benimsenmiş ve açıkça belirtilmiştir.
Somut uyuşmazlığın incelenmesinde, davacının 01.06.1983 tarihinde H. İbrahim Baydemir unvanlı işyerinde işe başladığına dair “Sigortalı İşe İlk Giriş Bildirgesi” ibareli bildirgenin 21.07.1983 tarihinde Kuruma intikal ettirildiği, bildirgenin Kuruma intikal ettirildiği tarihte H. İbrahim Baydemir unvanlı işyerinin 506 sayılı Kanun kapsamında bulunduğu, davacının sigorta sicil numarasının Kurum tarafından 1983 yılında verilen numaralardan olduğu ve verilen sicil numarası ile çalışmalarının devam ettirildiği, kolluk tarafından yapılan araştırmada 1983 yılı itibariyle komşu işyerinde çalışanların tespit edilemediğinin belirtildiği, mahkemece dinlenen davacı tanıklarının ise çalışmayı doğruladıkları anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki bilgiler bir arada değerlendirildiğinde, Özel Daire bozma kararında belirtilen tüm hususların mahkemece araştırıldığı, sigorta başlangıç tarihinin tespitine yönelik mahkemece araştırılacak başkaca bir husus kalmadığı görülmekle, uyuşmazlığın dosya kapsamındaki mevcut delil durumu nazara alınarak çözümlenmesi gerekmektedir. Mevcut delil durumu dikkate alındığında ise davacının 01.06.1983 tarihinde H. İbrahim Baydemir unvanlı işyerinde işe başladığına dair Kuruma intikal ettirilmiş ilk işe giriş bildirgesinin mevcudiyeti, Kurum tarafından verilen sicil numarasıyla davacının çalışmalarının devam ettirilmesi, davacı tanıklarının da çalışmanın varlığını doğrulaması karşısında çalışma olgusunun ispatlandığının kabulü gerekmektedir.
Hâl böyle olunca mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurularak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddi yönünden karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle, direnme kararı bu değişik gerekçelerle bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 14.02.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.