Abaküs Yazılım
9. Hukuk Dairesi
Esas No: 2019/1519
Karar No: 2019/5014
Karar Tarihi: 28.02.2019

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2019/1519 Esas 2019/5014 Karar Sayılı İlamı

9. Hukuk Dairesi         2019/1519 E.  ,  2019/5014 K.

    "İçtihat Metni"



    MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ


    Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

    YARGITAY KARARI

    A) Davacı isteminin özeti:
    Davacı vekili, davacının davalı iş yerinde 02.08.2005 - 04.04.2012 tarihleri arasında, sosyal inceleme ve araştırma görevlisi olarak çalıştığını, görevleri arasında yardım başvuruları, GSS ile ilgili halk ziyareti, evrak dağıtımı ve postalama işlemleri, gelir tespiti ve yardımların dağıtımının olduğunu bu işlere ek olarak hazırlanan dosyaların saha çalışmasından sonra vakıf genel sistemine büro ortamında yüklenmesi ve takibi işlerini de yürüttüğünü, davacının aylık 1.200,00 TL net ücret aldığını, bu ücrete ek olarak 30.10.2006 tarihli mütevelli heyeti kararı ile bir maaş ikramiye verilmesine karar verildiğini, yapılan soruşturmada davacının iş akdinin davalı işveren tarafından haksız ve asılsız bir iddiaya dayanılarak sona erdirildiğini, davacının görevinin sosyal yardım dosyası hazırlamak ve verilen kararlar doğrultusunda yardımların yardım alanlarına ulaşmasını sağlamak ve teyit almak olduğunu, günün geç saatlerine kadar çalıştığını, tüm hizmet süresi boyunca görevlerini tam ve eksiksiz olarak yerine getirdiğini, sicil dosyası incelendiğinde tek bir şikayetin dahi bulunmadığını, geç saatte dahi olsa yardımın ulaştığını teyit alma amaçlı yardım alan ile irtibat kurma isteği detaylı sorular sorulması şikayetçi tarafından hatalı ve haksız olarak değerlendirildiğini, şikayet nedeniyle iş akdinin sona erdirildiğini, davacının söz konusu iddia edilen olayda görevi icabı vatandaşa ulaşarak yardımların ulaşıp ulaşmadığı konusunda teyit almak istediğini, fakat vatandaş tarafından haksız ve dayaksız olarak şikayet konusu olduğunu, yapılan soruşturmada mesaj içeriklerinin dosya kapsamına alındığını, söz konusu şikayette yapılan soruşturmada mesaj içeriklerinin kömürün ulaşıp ulaşmadığını kontrol etmek amaçlı olduğunun görüleceğini, davacının olay günü diğer günlerde de yaptığı gibi çok geç saatlere kadar yardımların hanelere ulaştırmaya görevli olduğunu, gece saatlerine kadar çalışması ve yardım alan hanelere yardım ulaştırılması işverenin talimatı işin mahiyetinden kaynaklandığını, davacının işin gereğini yaptığını ancak bu fiilini hatalı ve haksız olarak değerlendirildiğini, ve iş akdinin 4857 iş kanunun 25/II - e maddesi gereğince " işçinin işverenin güvenini kötüye kullanmak, doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışta bulunma" nedenine dayanılarak mütevelli heyetinin 04.04.2012 tarih ve 14 nolu kararı ile haksız dayanaksız olarak sona erdirildiğini, davacının kıdem, ihbar tazminatı ve diğer haklarının ödenmediğini, davacının her yıl 9 - 10 - 11 - 12 - 1 - 2 aylarında hafta içi 5 gün ve her cumartesi 08:00 - 17:00 saatleri arasında çalıştığını, mesai bitimi 17:00 " dan sonra hergün en az 7 saat fazla çalışma yaptırıldığını, zamlı fazla çalışma ücretleri ve hafta tatili ücretlerinin ödenmediğini, bu dönemlerde genellikle vakıf bünyesinde diğer yardımlar yanında ağırlıklı olarak kömür yardımı hizmeti verildiğini, yılın diğer 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 aylarında ise davacının hafta içi 5 gün ve her cumartesi 08:00 - 17:00 saatleri arasında çalıştığını, ek olarak mesai bitimi 17:00" dan sonra tahkikat, dağıtım, dosya hazırlama ve merkeze sistem yükleme yapmak için çalışma günlerinde en az 4 saat fazla çalışma yaptırıldığını, bu çalışmalara karşılık hak ettiği zamlı fazla ücretleri ve hafta tatil ücretlerinin kendisine ödenmediğini, bu dönemlerde kömür yardımı dönemi için tahkikat eğitim yardımı, yardımların ulaştırılması yardım alacakların tespiti ve sisteme yüklenmesi işlemleriyle yoğunlaştığını, 30.01.2006 tarih ve 1 nolu mütevelli heyeti kararınca 2006 yılından itibaren geçerli olmak üzere 1 maaş ikramiyenin 2 eşit şekilde bölünerek ödenmesine karar verildiğini ancak bu ikramiye alacağını 2006 yılı haricinde ödenmediğini, tüm hizmet süresine ait kullandırılmayan 38 günlük yıllık izninin bulunduğunu, bir kısım işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti, ikramiye alacaklarını istemiştir.
    B)Davalı cevabının özeti:
    Davalı vekili, davacının iş akdinin davalı vakıf tarafından iş kanunun 25/2.e maddesi uyarınca haklı nedenle feshedildiğini, davacı vakıf yardımlarından yararlanmak maksadıyla müracaat eden dul bir bayanı gece mesaj ve telefonla rahatsız ettiği, doğruluk ve bağlılık kurallarına uymadığını, bu hususların soruşturma raporu ile saptandığını, davacının iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağını, ... Mahkemesi’nin ... Esas 2012/997 Karar Sayılı ilamının 01.04.2013 tarihli Yargıtay 9. Hukuk dairesinin bozarak ortadan kaldırma kararının bulunduğunu, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
    C)Yerel Mahkeme kararının özeti:
    Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, davacı vekilinin, açmış olduğu davasını HMK 107. madde kapsamında belirsiz alacak davası olarak nitelendirdiği, bu konudaki mevcut Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere alacak miktarının belirlenmesinin yargılama sırasında başka bir olgunun tespit edilmesine bağlı olması durumunda alacağın belirsiz olduğunun kabul edilmesi gerektiği, işçilik alacaklarının ve tazminatlarının hak kazanma ve hesap yöntemi yönünden pek çok etkene bağlı olarak değişkenlik gösterdiği, iş hukukundaki işveren tarafının baskın konumu nedeniyle özellikle aylık ücretin belirlenmesi konusundaki mevcut zorluklar ve giydirilmiş ücretin tespitinin taraflar arasında ihtilaflı olması, ücretin daha fazla olmasına rağmen asgari ücret üzerinden sigortaya bildirilmesi, ücrete ilişkin kayıtların sigortaya bildilen kayıtlar ile uyuşmaması, ücrete dahil edilecek yemek, yol, yakacak, giyim gibi yardımları ve diğer ücret unsurlarının değişkenlik göstermesi, ücret araştırması yapılması gerekliliği, fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil günleri çalışmalarının kısmen gösterilmesi ya da hiç gösterilmemesi, hesaplamanın bilirkişi incelemesi gerektirmesi gibi etkenler dikkate alındığında; davamıza konu alacak kalemlerinin belirsiz olarak kabul edilmesi gerektiği, davacı ..."ın davalı işveren yanında sosyal inceleme ve araştırma görevlisi olarak 02/08/2005 ile 04/04/2012 tarihleri arasında çalıştığı, davacının iş akdinin davalı işverenlikçe sona erdirilmesi üzerine, davacı tarafça 2012/253 Esas sayılı dava dosyası ile işe iade davası açıldığı, bu davanın kısmen kabulü ile davacının işe iadesine karar verildiği, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9.Hukuk Dairesince davalı işyerinde çalışan sayısı 30"dan az olduğu ve davacının iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı gerekçesiyle kararın ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verildiği, dava dilekçesinde davacının iş akdinin davalı işveren tarafından haksız ve asılsız bir iddiaya dayanılarak yapılan soruşturma neticesinde sona erdiğinin, davacının hizmet süresi boyunca herhangi bir disiplin cezası almadığının, davalı işverenin akdin feshi yoluna gitmesinin ölçülülük ilkesi ile bağdaşmadığının, kıdem ve ihbar tazminatı ile diğer hak ve alacaklarının da ödenmediğinin iddia edildiği, cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin davalı vakıf tarafından İş Kanunu"nun 25/2 maddesi uyarınca haklı nedenle feshedildiğinin, davacının vakıf yardımlarından yararlanmak maksadıyla müracaat eden dul bir bayanı gece mesaj ve telefon ile rahatsız ettiğini, doğruluk ve bağlılık kurallarına uymadığının, bu hususların soruşturma raporu ile saptandığını ve davacının iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağının savunulduğu, tanıkların dinlendiği, davalının dosyaya şahsi dosya ile birlikte 2005 yılına ait vakıf karar defteri fotokopisi sunduğu, dava dilekçesi ekinde ve dosya arasında bulunan 2012/.. Esas Sayılı dosya içinde davacının bu eylemlerine ilişkin 26/03/2012 tarihli araştırma raporu bulunduğu, araştırma raporunda; davacının S.Ç."yi taciz ettiği, namusuyla oynadığı, kendisine çıkar sağladığı gibi bir durumun ispatının imkansız olduğu ancak bu davranışın yanlış anlamalara sebebiyet vereceğinden davacının kusurlu olduğunun belirtildiği, davacının bu davranışları nedeniyle ne taciz edildiğini iddia eden... tarafından ne de davalı vakıf tarafından Cumhuriyet Başsavcılığı"na herhangi bir şikayet başvurusu yapılmadığı, davacının sözkonusu bu davranışı dışında doğruluk be bağlılığa uymayan davranışına ilişkin dosyaya herhangi bir belge sunulmadığı, davacı tanıklarının, kış aylarında kömür dağıtım işinin gece geç saatlere kadar sürdüğünü, şahısları evde bulamadıklarında mesaj atarak veya arayarak haber verdiklerini, sosyal incelemecilerin evlere gittiğinde formda yazan soruları tek tek sorduğu, evin içini gezdiği ve bu işin belli bir zaman aldığını, şikayet konusu olayda da şikayet edenin evde bulunmaması üzerine kömürün vatandaşın kapısına bırakıldığı ve daha sonra davacı tarafından arandığını beyan ettiği, tanık beyanlarından sosyal incelemecilerin vatandaşa mesaj atarak veya arayarak ulaşmasının işyeri uygulaması olduğu, her ne kadar araştırma raporunda davacının davranışının yanlış anlamalara sebebiyet verecek tutum ve davranış gösterdiği belirtilmiş ise de bu durum tek başına doğruluk ve bağlılığa aykırı bir durum olarak nitelendirilemeyeceği, davacının davalı işyerinde 6 yıla yakın bir çalışması sözkonusu olup bu dönemde feshe konu olay dışında hakkında verilmiş bir uyarı veya disiplin cezası bulunmadığı, açıklanan nedenlerle, davalı tarafça gerçekleştirilen davacının iş akdinin fesinde haklı veya geçerli bir neden bulunmadığı kanaatine varılmakla davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı, sair talepler hakkında da bilirkiş iraporuna göre ve taleple bağlı kalınarak karar verildiği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
    D)Temyiz:
    Karar süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    E)Gerekçe:
    1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
    2- Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
    Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
    İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir.
    İşçinin imzasını içermeyen bordrolarda fazla çalışma tahakkuku yer aldığında ve tahakkukta yer alan miktarların karşılığı banka hesabına ödendiğinde, tahakkuku aşan fazla çalışmalar her türlü delille ispatlanabilir. Tahakkuku aşan fazla çalışma hesaplandığında, bordrolarda yer alan fazla çalışma ödeme tutarları mahsup edilmelidir.
    Somut uyuşmazlıkta, fazla mesai ücreti bakımından;
    Yılın 08:00-20:00 saatleri arasında çalışıldığı kabul edilen dönemi bakımından, tanık A.H.nin beyanında buna ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır. Tanık H.Ö.nün beyanına göre ise yılın 08:00-20:00 saatleri arasında çalışıldığı kabul edilen dönemi bakımından hesaplamanın sadece 2012 yılı için yapılabileceği gözetilmelidir.
    O halde, yılın 08:00-20:00 saatleri arasında çalışıldığı kabul edilen dönem bakımından hesaplama sadece 2012 yılı için yapılmalıdır.
    3-İşçinin günlük iş süresi içinde kesintisiz olarak hiç ara vermeden çalışması beklenemez. Gün içinde işçinin yemek, çay, sigara gibi ihtiyaçlar sebebiyle ya da dinlenmek için belli bir zamana ihtiyacı vardır.
    Ara dinlenme 4857 sayılı İş Kanununun 68 inci maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükümde ara dinlenme süresi, günlük çalışma süresine göre kademeli bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre dört saat veya daha kısa süreli günlük çalışmalarda ara dinlenmesi en az onbeş dakika, dört saatten fazla ve yedibuçuk saatten az çalışmalar için en az yarım saat ve günlük yedibuçuk saati aşan çalışmalar bakımından ise en az bir saat ara dinlenmesi verilmelidir. Uygulamada yedibuçuk saatlik çalışma süresinin çok fazla aşıldığı günlük çalışma sürelerine de rastlanılmaktadır. İş Kanununun 63 üncü maddesi hükmüne göre, günlük çalışma süresi onbir saati aşamayacağından, 68 inci maddenin belirlediği yedibuçuk saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresinin, günlük en çok onbir saate kadar olan çalışmalarla ilgili olduğu kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla günde onbir saate kadar olan (on bir saat dahil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, onbir saatten fazla çalışmalarda ise en az birbuçuk saat olarak verilmelidir.
    Somut uyuşmazlıkta, 08:00-20:00 saatleri arasındaki çalışmadan 1 saat ara dinlenmesi düşülmesi hatalıdır. Bu çalışma saatleri arasındaki ara dinlenme süresi 1,5 saat olarak esas alınmalıdır.
    4-Ara dinlenme süresi bakımından, hükme esas hesaplamada yoğun olan yardım dağıtım dönemleri için haftalık 35 saat fazla mesai hesaplanmıştır. Bu dönemde 14 saatlik çalışmadan 1,5 saat ara dinlenme süresi düşülmesi hatalı olup, davacının bu dönem için kabul edilen çalışma süresine ve çalışma sistemine göre 14 saatlik çalışmadan 2 saat ara dinlenmesi düşülmesi gerektiğinin düşünülmemesi isabetsizdir.
    5-Fazla çalışmaların yazılı delil yerine tanık beyanlarına dayalı olarak hesaplanması halinde, işçinin normal mesaisinin üzerine sürekli olarak aynı şekilde fazla çalışması mümkün olmadığından, hastalık mazeret izin gibi nedenlerle belirtildiği şekilde çalışamadığı günlerin olması kaçınılmaz olup, bu durumda karineye dayalı makul indirim yapılmalıdır(Yargıtay HGK, 06.12.2017 tarih 2015/9-2698 E.-2017/1557 K.).
    Fazla çalışmanın tanık anlatımları yerine doğrudan yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir.
    Fazla çalışma ücretinden karineye dayalı makul indirime gidilmesi sebebiyle reddine karar verilen miktar bakımından, kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilemez.
    Somut uyuşmazlıkta, fazla mesai ücreti ile hafta tatili ücretinin tanık beyanına göre hesaplanmasına rağmen bu alacaklardan hakkın özüne dokunmayacak oranda takdiri indirim yapılması gerektiğinin düşünülmemesi hatalıdır.
    6-Yıllık izin ücreti bakımından;
    Dosyada davacının yaklaşık 89 gün için yıllık ücretli izin talep ettiğini, altlarına “olur” verildiğini gösteren belgeler mevcuttur. Bilirkişi raporunda ise yıllık ücretli izin hakkında belge olmadığı, davacının 90 gün olan yıllık ücretli izin hakından davacının talebi ile bağlı kalınarak 38 gün hesaplandığı belirtilmiştir.
    Davalı vekili temyiz dilekçesinde davacının kullanmadığı 21 gün yıllık ücretli izni olduğunu savunmuştur.
    Mahkeme tarafından davacı asıl duruşmaya bizzat celbedilerek bu yıllık ücretli izin talep formları gösterilip sorularak sonuca gidilmelidir. Yıllık ücretli izin talep formlarındaki sürelerin kullanıldığının anlaşılması halinde, yıllık izin talep formlarında yıllık izin talep edilen tarih aralıkları arasında mevcut gün sayısı ile yıllık izin talep formlarında gün sayısı olarak yer alan yıllık izin süreleri karşılaştırılarak hafta tatili ve varsa ulusal bayram genel tatil günleri düşülmek sureti ile kullanılan yıllık izin süreleri işgünü üzerinden hesaplanmalıdır.
    7-İhbar tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti, ikramiye alacaklarınının faiz başlangıç tarihleri bakımından;
    Dava dilekçesi açıkça kısmi eda külli tespit talepli belirsiz alacak davası olarak açılmıştır. Bilahare talep artırım dilekçesi verilmiştir.
    Belirsiz alacak davalarında da faizin dava ve talep artırım tarihinden itibaren yürütülmesi gerektiği düşünülmeksizin tüm alacak miktarı için dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi hatalıdır.
    F) SONUÇ:
    Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28/02/2019 gününde oy çokluğu ile karar verildi.


    (M)


    K A R Ş I O Y

    Dava işçilik alacakları talebine ilişkin olup davacı dava tarihi itibariyle tam olarak belirlenebilmesi mümkün olmayan istemleri yönünden 6100 sayılı HMK"nun 107"nci maddesi uyarınca belirsiz alacak davası ile tahsil talebinde bulunmuştur.
    Yargılama sırasında alacak miktarlarının belirlenmesi için görüşüne başvurulan bilirkişinin sunduğu rapor sonrasında alacak miktarları arttırılırken faiz talebinde bulunulmamıştır.
    Uyuşmazlık arttırılan miktarlar dahil alacağın tümü bakımından faiz başlangıç tarihinin dava dilekçesindeki talep gözetilerek mi yoksa dava türünün kısmi eda külli tesbit davası olduğundan bahisle dava ile istenen kısımlar için dava tarihinden faiz işletilip, arttırılan kısımlar için ise faiz işletilmemesi mi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
    Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davasının hukuki niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
    01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) 107"nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
    6100 sayılı HMK’nın 107"nci maddesinde ile;
    "1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
    2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
    3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
    Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
    Madde gerekçesinde, "Hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilir. Özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespiti mümkün olan tazminat taleplerinde böyle bir durumla karşılaşılabilmesi söz konusudur. Hukuk sistemimiz içinde, böyle bir durumla karşılaşan kişinin hak araması bakımından birçok güçlük söz konusudur. Öncelikle kendisinden aslında tam olarak bilmediği bir alacak için dava açması istenmekte, ayrıca, daha sonra kendi talebinden daha fazla bir miktar alacağının olduğu ortaya çıktığında da bunu davayı genişletme yasağı çerçevesinde ileri sürmesi mümkün olabilmekteydi. Böyle bir durumda, gerçekten bilinmeyen bir alacak için dava açmaya zorlamak gibi, hak aramanın özüyle izah edilemeyecek bir yol ve aslında tarafın kendi ihmali ya da kusuru olmadığı hâlde bir yasakla karşılaşması gibi de bir engel söz konusuydu. Oysa, hak arama özgürlüğü, böyle bir sınırlamayı ve gerçek dışı davranmaya zorlamayı değil, gerçekten hakkı ihlâl edilen veya ihlâl tehlikesi altında olan kişiyi, mümkün olduğunca geniş şekilde korumayı amaçlamalıdır. Son dönemde, gerek mukayeseli hukukta gerekse Türk hukukunda artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olması da bunu gerektirir. Kaldı ki, miktar ya da değeri belirsiz bir alacak için dava açılması gerektiğinde bir takım sınırlamalar getirmek, dava içinde yeni taleplere veya o davanın dışında yeni davalara yol açarak, usûl ekonomisine aykırı bir durum da meydana getirecektir. Ayrıca, miktarı veya değeri bilinmeyen bir alacak için klasik kısmî davanın da tam bir çözüm üretmediği gerçektir.
    Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez. Belirsiz alacak davası veya tespit davası açılması hâlinde, alacaklı, tüm miktarı belirtmese dahi, davanın başında hukukî ilişkiyi somut olarak belirtmek ve tespit edebildiği ölçüde de asgarî miktarı göstermek durumundadır.
    Maddenin ikinci fıkrasında, belirsiz alacak veya tespit davası açılabilen durumlarda, miktar ya da değerin tespit edildiği anda, alacaklının iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeksizin talebini artırabileceği belirtilmiştir. Kural olarak, bir davada başlangıçta belirtilen miktar veya değerin artırılması, iddianın genişletilmesi yasağına tâbidir. Bunun amacı, davacının dava açarken hakkını kötüye kullanmaması, daha özenli davranması, yargılamayı gereksiz yere uzatmamasıdır. Oysa, baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacak için, davacının böyle bir ihmal ya da kusurundan söz edilemez. Bu sebeple, belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Davacı, sınırlama ve yasağa tabi olmadan, sadece talepte bulunmak suretiyle yeni miktar üzerinden yargılamaya devam edilmesini isteyebilecektir. Şüphesiz, alacağın belirli hâle gelmesini müteakip ortaya çıkan yeni talep eksik belirtilmişse, bundan sonra yeni bir artırma isteği iddianın genişletilmesi yasağıyla karşılaşacaktır. Çünkü, bu hâlde belirsizlik değil, davacının kendi ihmalinden kaynaklanan bir durum söz konusudur.
    “Eda davasının açılabildiği hâllerde tespit davası açılamaz” yollu önermenin hak-arama özgürlüğünün ulaştığı kapasite ve hukuki yarar koşulunun muhtevası karşısında geçerliği yoktur.
    Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi edâ ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir.
    Davacı, söz gelimi bir tazminatın tahsili yerine alacağın miktarının ve borçlunun sorumlu olduğunun tespitini hedefleyen bir dava açabilir, açabilmelidir. Bu dava, zamanaşımını kesecek, davada istihsal olunan ilam genel haciz yoluyla takibe konabilecek, itiraz hâlinde borçlunun göze alamayabileceği icra-inkâr tazminatı yaptırımı devreye girebilecektir. Öte yandan tespit davası, dava ekonomisi yönünden eda davasına nazaran taraflar için daha avantajlıdır. Tespit davasının taraf barışını kolaylaştıran bir karakteri de vardır.
    Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak-arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Model, belirtilen seçenekleri alacaklıya usuli bir hak olarak tanımaktadır.
    Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.
    Tasarıda öngörülen modelde, tespit davasının hukuki ilişkilerin tespiti yanında hakkın tespitinin de istenebilmesi, eda davasının açılabildiği hâllerde hukuki menfaat koşulunun gerçekleşmiş sayılması kabulü çözümünü (paradigmayı) güçlendirmektedir.

    Bir davanın açılması ile doğacak olan maddi ve şekli hukuk sonuçlarının (zaman aşımının kesilmesi ve diğerleri) tespit davalarında aynen geçerli olacağı kuşkusuzdur.
    Önerge ile varolması gereken bir usuli imkân hukukumuza kazandırılmış olacaktır.” şeklinde açıklamalar yapılarak, belirsiz alacak davasının Kanuna konuluş amacı ayrıntıları ile belirtilmiştir.
    O hâlde davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır. Bu şartların bulunması hâlinde davacının davasını 6100 sayılı HMK"nın 107"nci maddesi kapsamında belirsiz alacak davası olarak açması mümkün olacak; davacı bu dava türü ile getirilen imkânlardan yararlanacaktır.
    Dava açılmasının sonuçlarından birisi de zamanaşımının kesilmesidir. Zamanaşımı dava dilekçesinde belirtilen talep sonucu miktar için kesilecektir. Belirsiz alacak davasında zamanaşımının dava dilekçesinde belirtilen geçici talep sonucu için mi yoksa yargılama sonucunda miktarı tam olarak belirlenen kesin talep sonucunun tümü için mi dava tarihinde kesileceği konusunda 6100 sayılı HMK"da açık bir hüküm bulunmamaktadır.
    Belirsiz alacak davasının düzenlenme nedeni, davacının dava açarken alacağının tümü için dava açmak istediği hâlde, alacağının miktarını belirlemesi imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek olmasıdır. Davacının belirsiz alacak davası açarken amacı alacağının tümünü dava etmek ve tümü hakkında karar verilmesini sağlamaktır. Kısmî dava açmakta olduğu gibi, alacağının bir kısmını dava etmek değildir. Dava dilekçesinde belirttiği talep sonucu da geçicidir, dava açarken asıl amacı alacağının belirlenir belirlenmez bu miktar üzerinden karara bağlanmasıdır. Belirsiz alacak davasında davacıya alacağını belirlemesinin imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek olduğu istisnai bir durumda böyle bir dava açma olanağı tanınmıştır. Kanun koyucu alacağın belirlenmesinin imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek durumda olması hâlinde belirsiz alacak davası açma imkânı tanıdığına göre, böyle bir davanın sonuçlarının da amaca uygun olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle talep sonucu hangi tarihte kesin olarak belirtilirse belirtilsin, dava açıldığı tarihte kesin talep sonucu miktarınca zamanaşımı süresi kesilmiş sayılmalıdır (Pekcanıtez, H.: Belirsiz Alacak Davası (HMK m.107), Ankara 2011, s. 59).
    Belirsiz alacak davası açan davacı, alacağı belirlenebilir hâle geldikten sonra kesin talep sonucunu mahkemeye bildirecektir. Bu belirleme, dilekçelerin değişiminden yani davalı tarafın delillerini mahkemeye sunmasından sonra söz konusu olabileceği gibi, tahkikat sırasında, özellikle delillerin incelenmesi aşamasında da olabilir. Her hâlde talep sonucunun belirlenmesi tahkikat sonuna kadar yapılabilir ise de, bu belirlemenin daha önceki aşamada yapılmasına da engel yoktur.

    Öte yandan yine belirsiz alacak davasının Kanuna konuluş amacı ve davanın niteliği dikkate alındığında, dava tarihinden önce gerçekleşen bir temerrüt olgusunun bulunmadığı durumlarda belirsiz alacak davasında yargılama sonucunda miktarı tam ve kesin olarak belirlenen alacağın tümü için temerrüt, davanın açıldığı tarihte gerçekleşeceğinden faize de dava tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekir.
    Belirsiz alacak davasında zamanaşımı süresi alacağın tamamı için davanın açıldığı tarihten itibaren kesilmekte, yine temerrüd sebebiyle faiz talebi de davanın açıldığı tarihten itibaren istenebilmektedir. Alacağın geri kalan kısmının talep edilebilmesi için ise davalı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurulmasına gerek bulunmamaktadır ( Pekcanıtez, H.: İşçilik Alacaklarında Belirsiz Alacak Davası, Prof. Dr. Turhan Esener Armağanı, 1. İş Hukuku Uluslarası Kongresi, s. 224).
    Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun uygulamaları (örn: Yargıtay HGK"nın 2016/22-1070 E. Ve 2018/1392 karar sayılı ilamı) ışığında uyuşmazlık değerlendirildiğinde dava konusu işçilik alacaklarının dava tarihi itibariyle belirlenmesi olanağı bulunmadığından 6100 sayılı HMK"nın 107"nci maddesi uyarınca belirsiz alacak davası olarak açılan bu davada talep arttırım dilekçesi ile talep edilen miktarlara da davanın açılması ile doğacak olan maddi ve şekli hukuka ilişkin sonuçların (zamanaşımının kesilmesi vs.) geçerli olması gerekeçeğinden dava dilekçesinde talep edilen tarihinden itibaren faiz yürütülmesine ilişkin mahkeme kararı doğrudur.
    Yukarıda açıkladığım nedenlerle Dairemiz sayın çoğunluğunun bozma kararının (7) nolu bendine katılamıyorum. 28/02/2019









    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi