14. Hukuk Dairesi 2017/895 E. , 2020/8477 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 20/03/2015 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 19/07/2016 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı ve davalı ... vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili ; ... İlçesi 1056 parsel sayılı taşınmazın evvelce davacı adına kayıtlı iken, davalı şirket ile yapılan 24.06.2014 tarihli bayilik protokolü çerçevesinde davalı şirkete devredildiğini, 10 yıl süreli sözleşme gereği taşınmaz kaydının davalı şirket üzerinde kalacağı, bu sürenin sonunda da bayinin borcunun bulunmaması halinde davacıya geri verileceği konusunda anlaşmaya varıldığı halde, davalı şirketin taşınmazı diğer davalı ..."a devrettiğini beyanla 1056 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tescilini talep ve dava etmiştir.
Davalı ..., dava konusu taşınmazı davacının da muvafakati ile diğer davalıdan satın aldığını beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiş hüküm davacı vekili ve davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde hakimin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.12.2015 tarihli, 2014/14-516 E. 2015/2838 K. sayılı kararı da bu doğrultudadır.)
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
Bilindiği üzere olay ve olguları ileri sürmek taraflara; hukuki nitelendirme mahkemeye aittir. (6100 sayılı HMK 33. madde)
Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir. (6100 sayılı HMK 31.m)
Tarafların iddia ve savunmalarının yasal nitelendirmesini yapma görevi, avukat eliyle takip edilse bile davanın taraflarına değil hâkime ait olan bir görevdir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince; davaya dayanak olarak gösterilen davalı şirket ile davacı arasında yapılan 24.06.2014 tarihli istasyon kurulması ve işletme hakkının 5 yıl süre ile bayiye devri konulu sözleşmenin 4. maddesinde bayilik sözleşmesi çerçevesinde 10 sene sonunda bayinin borcunun bulunmaması halinde istasyon tapusunun bayiye devredileceği belirtilmiştir.
Satıcı sıfatıyla ... ... ve ..., alıcı sıfatıyla ... ve ... arasında imzalanan 03.06.2014 tarihli protokol ile davaya konu 1056 parsel sayılı taşınmazdaki akaryakıt istasyonu ve dinlenme tesisinin ... ... tarafından ...’a satılması kararlaştırılmıştır.
Dava dilekçesinde dava konusu edilen 1056 parsel sayılı taşınmazın kendisine ait iken bayilik protokolü çerçevesinde davalı şirkete devredildiği beyan edilerek tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili talep edilmektedir. Taşınmaza ait tedavüllü tapu kayıtlarında davacı kayıt maliki değildir.
Mahkemece öncelikle; HMK’nun 31. madde hükmü gereğince, hakimin davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacının kendi mülkiyet hakkına dayalı olarak mı yoksa murislerinin mülkiyet hakkına dayalı olarak mı tescil talebinde bulunduğu tespit edilmelidir. Davacı tapudaki mülkiyet hakkına dayalı olarak tescil talebinde bulunmakta ise; hiçbir zaman taşınmazda malik olmadığından ve tescile dair haklı ve hukuki sebep bulunmadığından şimdiki gibi davanın reddine karar vermek gerekmektedir. Davacının murislerinin mülkiyet hakkına dayanması halinde ise, murisin sağ olması halinde taraf sıfatı bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.
Tedavüllü tapu kayıtlarına göre kayıt maliki ...’nın ölü olduğunun tespiti ve davacının miras hakkına dayalı olarak dava açtığının belirlenmesi halinde ise bu kez diğer mirasçıların davaya muvafakatının sağlanması yahut terekeye temsilci tayininden sonra inanç ilişkisi hakkında değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalı tarafın temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin yatırılan harcın yatıranlara iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15/12/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.