Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/2375
Karar No: 2018/198

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2375 Esas 2018/198 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/2375 E.  ,  2018/198 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Siirt 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 03.09.2014 gün ve 2014/571 E., 2014/743 K. sayılı karar, davacı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü vekili ile davalı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 04.11.2015 gün ve 2015/7406 E.,2015/19443 K. sayılı kararı ile;
    (…Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir.
    Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm, davacı idare ile davalı vekillerince temyiz edilmiştir.
    Sulu tarım arazisi niteliğindeki taşınmaza gelir metodu esas alınarak değer biçilmesinde yöntem itibariyle bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak;
    1-Hükme esas alının bilirkişi raporunda taşınmazda sebze tarımı yapıldığı belirtilmiş ise de, hangi sebzelerin münavebede esas alındığı açıklanmadan tarla sebzeciliği adı altında değer biçilmesi usul ve yasaya uygun değildir.
    Bu nedenle, münavebe ürünü olarak değer biçmede esas alınan sebzelerin ayrıntılı ve açıkça neler olduğu belirtilip, her birinin net gelirine göre hesaplama yapılması ve dekar başına verim miktarlarının İlçe Tarım Müdürlüğünden, değerlendirme tarihi olan 2014 yılı dekar başına üretim masrafları ile hasat dönemindeki ortalama toptan kg. satış fiyatlarının da ilgili resmi kuruluşlardan sorulup rapor denetlendikten sonra, sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği düşünülmeden, bu yönteme uyulmadan hesaplama yapan bilirkişi raporuna göre hüküm kurulması,
    2-Kamulaştırma Kanununun 25/2. maddesinde "" Mahkemece verilen tescil kararı tarihinden itibaren taşınmaz mal sahibinin kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz malda yeni inşaat veya ekim ve mevcut inşaata esaslı değişiklikler getirmek gibi kullanım hakları kalkar. Bundan sonra yapılanların değeri dikkate alınmaz "" hükmü yer almakta olup, mal sahibinin kamulaştırılan taşınmaz üzerinde dava açılmasından sonra, tescil kararı verilmesinden önce binaların yapıldığı ve 6495 sayılı Yasa ile Kamulaştırma Kanununa eklenen hüküm kapsamında bulunmayan yapıların kanundan kaynaklanan bir hakkın kullanılması sonucu yapılmasının iyiniyet kurallarına aykırılık teşkil etmeyeceği gözetilerek karşılığına hükmedilmesi gerekirken, dava açıldıktan sonra yapıldığından bahisle bedeline hükmedilememesi,
    3-Dava konusu taşınmaz üzerindeki yapıların bedeli hesaplanırken ve dış özellikleri ayrıntılı olarak incelenerek, elektrik, içme suyu, kanalizasyon tesisatlarının su ve elektrik aboneliklerinin olup olmadığı, ıslak ve kuru zemin kaplamaları ile çatı kaplaması vs. gibi bir meskende olması gereken tüm unsurları bulunup, bulunmadığı araştırılıp, buna göre varsa eksik imalatlar belirlendikten sonra buna göre yapı sınıfi ile eksik imalat oranı tespit edilmek suretiyle binaya bedel belirlenerek, sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
    Doğru görülmemiştir...)
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece bozma kararının 2. ve 3. bentlerine direnilmiştir.



    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemine ilişkindir.
    Davacı idare vekili davalıya ait taşımazın Ilısu Barajı ve HES Baraj Gölü alanında kalması nedeniyle kamulaştırmasına karar verildiğini, kamulaştırılacak taşınmazın değerinin belirlenmesi amacıyla uzlaşma komisyonu kurulduğunu ve mülk sahibinin kamulaştırmaya konu taşınmazı pazarlıkla satmak hususunda iradesini bildirmek ve uzlaşma komisyonu ile pazarlık görüşmeleri yapmak üzere davet edildiğini, ancak mülk sahibinin pazarlık görüşmesine katılmadığını, bu nedenle de kamulaştırma işleminin satın alma usulü ile gerçekleşmediğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti ile ... adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı vekili taşınmazın değerinin düşük belirlendiğini savunmuştur.
    Mahkemece dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti amacıyla eldeki davanın açıldığı ve taşınmazın gerçek değerinin belirlenmesi amacıyla keşif yapıldığı, yapılan keşif neticesinde bilirkişi kurulundan aldırılan raporda taşınmazın bedelinin tespit edildiği, bilirkişi raporunun ayrıntılı ve denetime açık, bilimsel verilere uygun olduğu, kamulaştırma kriterlerine uyduğu, bu yönüyle hüküm kurmaya elverişli bulunduğu, bununla birlikte her ne kadar keşif tarihinde dava konusu taşınmazın üzerinde bulunan tüm yapı ve bitkilerin değeri ayrı ayrı hesaplanmış ise de, yakın tarihlerde yapıldığı anlaşılan yapıların ve dikilen fidanların değerlerinin kamulaştırma bedelinin tespitinde dikkate alınmasının doğru olmayacağı, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davalarında taşınmazın dava açıldığı tarihteki durumunun ve değerinin dikkate alınması gerektiği, bir yapının ömrünün asgari 50-60 yıl olduğu düşünüldüğünde taşınmaz malikinin iki üç sene içerisinde sular altında kalacağını bildiği bir yer için fazla bedel almak amacıyla böyle bir yola başvurmuş olabileceği, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu"nun 25. maddesinde 6495 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle, kamu yararı kararının ilan süresinin bitiminden itibaren, kamulaştırılacak taşınmazlar üzerine yapılan sabit tesisler ile dikilen ağaçların bedelinin kamulaştırma bedelinin tespitinde dikkate alınmayacağı ve taşınmazlardaki bu sınırlamanın ilan tarihinin bitiminden itibaren beş yılı geçemeyeceği hükmünün eklendiği, idare tarafından baraj inşaatına başlanmasından sonra gerçek kamulaştırma bedelinden çok daha fazla bedel almak amacıyla suiniyetli evler yapıldığı ve fidanlar dikildiği, bu evlerin ve fidanların kamulaştırma bedelinin ve kamulaştırma projesinin rantabilitesini olumsuz yönde etkilediği, kanun koyucunun mülkiyet hakkına yaptığı sınırlamanın haricinde kalan kullanımla ilgili olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun 1. maddesi uyarınca başta Kanunun genel hükümleri olmak üzere anılan Kanunun 4. maddesiyle birlikte değerlendirme yapma görevinin bulunduğu, mahkeme tarafından da bu doğrultuda inceleme yapıldığı, mülkiyet hakkının hak sahibine bu hak elinden çıkana kadar her türlü tasarruf imkânını sunduğu düşünülse dahi, TMK’nın 2. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı dahil olmak üzere herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı, dürüstlük kuralının, hak sahibinin hakkını kullanırken veya borçlarını yerine getirirken dürüst, makul ve orta zekâlı bir insandan beklenen hareket tarzına göre davranması olarak tanımlanabileceği, kamulaştırma işlemlerinin kamu yararı gözetilerek ve toplumun tamamının ya da en azından o bölgede yaşayanların yararı düşünülerek yapıldığının ve kamulaştırma işlemleri sırasında yapılan harcamaların milli servet niteliğinde olduğunun unutulmamasının gerektiği, kamulaştırma davaları devam eden köylerde “kolektif kötü niyet” durumunun söz konusu olduğu ve toplumun genel örf ve adetleri ile kültürel yapısına aykırı bir şekilde haksız kazanç elde etme fikrinin geliştiği, bölgede yapılan keşiflerde tarlalarda poşeti dahi çıkarılmadan dikilmiş fidanların olduğunun, bu fidanların poşeti çıkarılmış olsa dahi hiçbir sulama sisteminin bulunmadığının, bazı fidanların toprakla dahi bütünleşmediğinin gözlemlendiği, kaldı ki bazı fidanların sonraki keşiflerde bakımsızlıktan kuruduklarının tespit edildiği, dürüstlük kuralının amacının, bireyin hatalı tutum ve davranışlarından toplumun geri kalanını korumak olduğu, hakimin, değerlendirilmesi söz konusu olan davranışın dürüstlük kuralına uygun olup olmadığına karar verirken toplumun genel anlayış ve değer yargılarını göz önünde tutmasının gerektiği, kişisel haksız menfaatlerin, belli bir hakka dayanan toplumsal menfaatlerden üstün olamayacağı, aksi takdirde toplumun refahının, bireylerin hiçbir hukuki temele dayanmayan kötü niyetli tutumları nedeniyle zarar göreceği, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının toplum yararına aykırı olarak kullanılamayacağının düzenlendiği, dolayısıyla gerek keşif esnasındaki mahkeme gözlemi ve çekilen fotoğraflar gerekse de bilirkişi raporlarındaki nitelendirmeler dikkate alınarak çok yeni nitelikteki (5 yıl ve altı yaşlardaki) yapıların değerinin kamulaştırma bedelinin hesabında dikkate alınmasının yerinde olmadığı gerekçesiyle yapı için belirlenen miktar çıkarıldıktan sonra kalan bedel üzerinden davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Davacı idare vekili ve davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağının Kanun hükümlerinin katı uygulanmasının ortaya çıkarabileceği adalet anlayışına ve hakkaniyete aykırı sonuçları engellemek için var olan kurallar olduğu, bir hakkın kötüye kullanılmasından söz edebilmek için hakkın bulunmasının gerektiği, hakkın olmadığı yerde kötüye kullanımın da düşünülemeyeceği, bununla birlikte hakkın açıkça doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı kullanılmasının ve bir hakkın kullanılmasının başkasına zarar vermesinin veya zarar tehlikesi yaratmasının gerektiği, bilirkişi raporunun da bu kriterler ışığında değerlendirildiği, dolayısıyla kamulaştırma işlemlerinin kamu yararı gözetilerek ve toplumun tamamının ya da en azından o bölgede yaşayanların yararı düşünülerek yapıldığı hususu ile kamulaştırma işlemleri gerçekleştirilirken yapılan harcamaların milli servet niteliğinde olduğu hususunun gözardı edilemeyeceği, zira kötü niyetli kişilere hakettiklerinden fazla ödeme yapılmasının kamuya zarar vereceği, bu durumda da dürüstlük kuralına aykırı hareket edildiğinin bir göstergesi olan zarar unsurunun gerçekleştiğinin kabulünün yerinde olacağı, bir hakkın kötüye kullanıldığını kabul etmek için failin kusurlu olmasına, özellikle zarar verme kastının bulunmasına gerek olmadığı, somut olayda kamulaştırma davaları devam eden köylerde toplumun genel örf ve adetlerine ve de kültürel yapısına aykırı bir şekilde haksız kazanç elde etme fikrinin oluştuğu, taşınmaz üzerinde 0-3 yaş grubunda 3 adet ikişer katlı bina olduğu, binalarda kimsenin oturmadığı, pencerelerinde perdelerinin dahi bulunmadığı, oturmaya ve yaşamaya uygun olmadığı, binaların incelenmesinde şayet kamulaştırma davaları açılmayacak olsa idi bu binaların inşâ edilip edilmeyeceği kriterinin özellikle önem arz ettiği, gerek keşif esnasında yapılan mahkeme gözlemi gerekse bilirkişi raporunda yapılan değerlendirmeler ışığında yakın tarihlerde yapıldığı anlaşılan yapıların ve dikilen fidanların değerlerinin kamulaştırma bedelinin tespitinde dikkate alınmasının mümkün olmayacağı, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davalarında taşınmazın dava açıldığı tarihteki durumunun değerlendirilmesinin gerektiği, bu nedenle çok yeni nitelikteki (0-3 yaş grubundaki) yapıların değerinin kamulaştırma bedelinin hesabında dikkate alınmasının yerinde olmadığı belirtilerek ve önceki karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle bozma kararının 2. ve 3. bentleri yönünden direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
    Kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemiyle açılan eldeki davada taşınmaz üzerinde bulunan yapıların kamulaştırma bedelinin arttırılması amacıyla inşa edilip edilmediği ve TMK’nın 2. maddesi uyarınca hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının uygulanmasının gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre yapıların değerinin kamulaştırma bedelinin tespitinde dikkate alınıp alınmayacağı,
    Dava konusu taşınmaz üzerindeki yapıların bedelinin tespiti için bir meskende olması gereken tüm unsurların bulunup bulunmadığı ve eksik imalat olup olmadığı, eksik imalat var ise oranı ile yapı sınıfı yönünden araştırma yapılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
    I- Dosya içerisindeki bilgi ve belgeler ışığında somut olay incelendiğinde; her ne kadar kamulaştırma işlemlerinin başladığı sırada hazırlanan kıymet taktir komisyonu raporunda dava konusu taşınmaz üzerinde yapı bulunduğuna dair bir bilgiye yer verilmemiş ise de 20.06.2014 tarihindeki keşif sırasında mahkeme tarafından yapılan gözlemde taşınmazın üzerinde üç adet 0-3 yaş grubunda ikişer katlı binanın bulunduğu, binaların PVC pencereli olduğu, binalarda oturan kimsenin bulunmadığı, pencerelerinde perde olmadığı, pencerelerden içeri bakıldığında tavanlarının ahşap olduğu, binaların yaklaşık 10x20 m genişliğinde bulunduğunun gözlemlendiğinin keşif zaptına yazıldığı, fotoğrafların da bu gözlemi doğruladığı anlaşılmıştır.
    Kamulaştırma Kanunu’nun 25. maddesinde taşınmazın mülkiyetinin idareye geçmesinin, mahkemece verilen tescil kararı ile olacağı açıkça düzenlenmiştir. Tescilin medeni hukuktaki anlamı mülkiyetin el değiştirmesidir. Tescil kararının verilmesinden önce taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkı davalı malike ait olup, malik mülkiyet hakkından doğan tasarruf yetkisini kanunun tanıdığı sınırlar içerisinde kullanabilir. Taşınmaz üzerine yapı yapılması ya da taşınmazda tarımsal faaliyette bulunulması veyahut ağaç dikilmesi bu tasarruf yetkisinin kapsamı içerisindedir. Dolayısıyla malikin kendi taşınmazı üzerine yapı inşa etmesi TMK’nın 2. maddesi anlamında dürüstlük kuralının ihlali anlamında yorumlanamaz.
    Bu durumda Kamulaştırma Kanunu’nun 25/2. maddesinin ikinci fıkrası hükmünün somut olayda uygulama yeri olmadığı da dikkate alınarak dava konusu taşınmaz üzerine inşa edilen yapılar için bozma kararında belirtilen hususlar değerlendirilmek suretiyle bedele hükmedilmesi gerekir.
    Ne var ki, mahkemenin ilk kararının temyizi üzerine Özel Daire tarafından yapılan inceleme neticesinde verilen bozma kararında “mal sahibinin kamulaştırılan taşınmaz üzerinde dava açılmasından sonra, tescil kararı verilmesinden önce binaların yapıldığı” şeklinde bir açıklamaya yer verilmiş ise de bu hususun bozma kararından çıkarılması gerektiği anlaşılmıştır.
    Öte yandan, Özel Daire bozma kararında “…6495 sayılı Yasa ile Kamulaştırma Kanununa eklenen hüküm kapsamında bulunmayan yapıların kanundan kaynaklanan bir hakkın kullanılması sonucu yapılmasının iyi niyet kurallarına aykırılık teşkil etmeyeceği gözetilerek karşılığına hükmedilmesi gerekirken dava açıldıktan sonra yapıldığından bahisle bedeline hükmedilememesi,…”nin doğru görülmediği belirtilmiş ise de yapıların inşa edildiği tarihin belirlenmesinin gerektiği, ancak bunun için gerekli olan araştırmanın nasıl yapılacağı konusunda bir ayrıntıya yer verilmediği dikkate alınarak, bozma kararının “…hükmü yer almakta olup…” kısmından sonra “…6495 sayılı Yasa ile,…” kısmından önce gelmek üzere “…Dava konusu taşınmaz üzerindeki yapıların 6495 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu"nun 25. maddesine eklenen üçüncü fıkra uyarınca, ilanın askıdan indiği tarihten önce veya sonra yapılıp yapılmadıklarının tespit edilebilmesi için dava konusu taşınmazın bulunduğu yerin uydu görüntülerinin ilgili kamu kuruluşlarından getirtilmesi, uydu görüntülerinin temin edilememesi hâlinde yapıların teknik analizleri yapılıp, gerektiğinde tanık anlatımları ile gün, ay ve yıl olarak yapıların hangi tarihte yapıldıkları belirlenerek, ilan tarihinden önce yapıldıklarının anlaşılması hâlinde,…” yine “…gözetilerek karşılığına hükmedilmesi…” kısmından sonra gelmek üzere “…ilan tarihinden sonra yapıldıklarının anlaşılması durumunda ise yapı bedellerinin verilmemesi,…” ifadesinin eklenmesi gerektiği kabul edilmiştir.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında TMK’nın 2. maddesinin tüm kanunlar için uygulanması gereken genel bir ilke niteliğinde olduğu, dosya içerisinde yer alan fotoğraflar incelendiğinde yapıların kamulaştırma bedelini arttırmak amacıyla yapıldığının açıkça anlaşıldığı, davanın açıldığı 09.05.2014 tarihi ile keşfin yapıldığı 20.06.2014 tarihi dikkate alındığında artık maliklerin iyi niyetli olduğundan söz etme imkânının bulunmadığı, bilirkişi heyeti raporunda taşınmazın zemini için belirlenen bedel ile yapılar için belirlenen bedel arasında oldukça fazla bir farkın olduğu, bu durumun dahi yapıların, kamulaştırma bedelini arttırmak amacıyla inşa edildiğinin bir göstergesi olduğu, bu nedenle yerel mahkemenin, TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük ve iyi niyet kurallarını gerekçe göstererek verdiği direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
    Buna göre belirtilen genişletilmiş gerekçelerle Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup; direnme kararı bozulmalıdır.
    II- Bununla birlikte, temyize konu bozma kararında yer alan ve “Hükme esas alının bilirkişi raporunda taşınmazda sebze tarımı yapıldığı belirtilmiş ise de, hangi sebzelerin münavebede esas alındığı açıklanmadan tarla sebzeciliği adı altında değer biçilmesi usul ve yasaya uygun değildir.
    Bu nedenle, münavebe ürünü olarak değer biçmede esas alınan sebzelerin ayrıntılı ve açıkça neler olduğu belirtilip, her birinin net gelirine göre hesaplama yapılması ve dekar başına verim miktarlarının İlçe Tarım Müdürlüğünden, değerlendirme tarihi olan 2014 yılı dekar başına üretim masrafları ile hasat dönemindeki ortalama toptan kg. satış fiyatlarının da ilgili resmî kuruluşlardan sorulup rapor denetlendikten sonra, sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği düşünülmeden, bu yönteme uyulmadan hesaplama yapan bilirkişi raporuna göre hüküm kurulması”nın doğru olmadığına işaret eden ve 1. bentte yer alan bozma nedenine mahkemece uyularak bozma doğrultusunda işlem yapılmıştır.
    Hâl böyle olunca, bozma kararına uyularak oluşturulan yeni hüküm Özel Dairesince incelenmediğinden, bu yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
    S O N U Ç: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle;
    Özel Daire bozma kararında yazılan “mal sahibinin kamulaştırılan taşınmaz üzerinde dava açılmasından sonra, tescil kararı verilmesinden önce binaların yapıldığı” ibaresinin bozma kararından ÇIKARILMASINA,
    Özel Daire bozma kararına “…hükmü yer almakta olup…” kısmından sonra “…6495 sayılı Yasa ile,…” kısmından önce gelmek üzere “…Dava konusu taşınmaz üzerindeki yapıların 6495 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu"nun 25. maddesine eklenen üçüncü fıkra uyarınca, ilanın askıdan indiği tarihten önce veya sonra yapılıp yapılmadıklarının tespit edilebilmesi için dava konusu taşınmazın bulunduğu yerin uydu görüntülerinin ilgili kamu kuruluşlarından getirtilmesi, uydu görüntülerinin temin edilememesi hâlinde yapıların teknik analizleri yapılıp, gerektiğinde tanık anlatımları ile gün, ay ve yıl olarak yapıların hangi tarihte yapıldıkları belirlenerek, ilan tarihinden önce yapıldıklarının anlaşılması hâlinde,…” yine “…gözetilerek karşılığına hükmedilmesi…” kısmından sonra gelmek üzere “…ilan tarihinden sonra yapıldıklarının anlaşılması durumunda ise yapı bedellerinin verilmemesi,…” ifadesinin EKLENMESİNE,
    Bu hâliyle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA 14.02.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile,
    (II) numaralı bentte açıklanan gerekçelerle uyulan kısım yönünden davalı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 5. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE 14.02.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy birliği ile karar verildi.

    KARŞI OY

    Ilısu Barajı ve HES Baraj Gölü alanında kalan taşınmazlar için kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemiyle açılan davada mahkemece, kamulaştırılması istenen taşınmazların iki-üç sene sonra sular altında kalacağı bilinmesine rağmen fazla bedel almak amacıyla bu taşınmazlar üzerine yapı inşa edildiği ve fidan dikildiği, taşınmaz üzerinde bulunan bazı yeni evlerde üst kata çıkmak için merdiven bulunmadığı, bazı evlerde musluklar olduğu halde su tesisatının olmadığı, evlerin iç cephe boyalarının yapılmadığı, tarlaların ortasına içi duvarsız ve sütunsuz çok geniş yapıların inşa edildiği, yine tarlalarda poşeti dahi çıkarılmadan dikilmiş fidanların, nar ve zeytin ağaçlarının bulunduğu, bu fidanların ve ağaçların poşeti çıkarılmış olsa bile hiçbir sulama sisteminin bulunmadığı, bazı fidanların ve ağaçların toprakla dahi bütünleşmediği belirtilmek suretiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 2. maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı gereğince dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan yapıların, fidanların ve ağaçların değerinin kamulaştırma bedelinin hesabında dikkate alınmasının yerinde olmadığı gerekçesiyle yapı, fidan ve ağaçlar için belirlenen miktarlar çıkarıldıktan sonra kalan bedel üzerinden davanın kabulüne karar verilmiş, verilen karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesi tarafından, münavebe ürünü olarak değerlendirilen sebzelerin neler olduğunun belirtilmesi ve 2014 yılı verilerinin resmi kuruluşlardan sorulup raporun denetlenmesi, 6495 sayılı Kanun ile Kamulaştırma Kanunu’na eklenen hüküm kapsamında bulunmayan yapıların kanundan kaynaklanan bir hakkın kullanılması sonucu yapılmasının iyi niyet kurallarına aykırılık teşkil etmeyeceği gözetilerek karşılığına hükmedilmesi ile yapıların tüm unsurlara sahip olup olmadığı araştırılarak yapı sınıfı ile eksik imalat oranı tespit edilmek suretiyle binaya bedel verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuş, yerel mahkemece taşınmaz üzerinde bulunan 0-3 yaş grubundaki 3 adet ikişer katlı binalarda oturanın olmadığı ve bu binaların yaşamaya uygun bulunmadığı, eldeki davada taşınmazın dava açıldığı tarihteki durumunun ve değerinin dikkate alınmasının gerektiği belirtilerek ve TMK’nın 2. maddesindeki düzenleme esas gösterilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
    4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde; herkesin, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu ve bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir.
    Dürüstlük kuralı, hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesinde ahlaka, örf ve adet kurallarına uygun davranmadır. Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2/I hükmü herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Türk Medeni Kanununa göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın, dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
    Örneğin 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 56/son maddesine göre eşinden boşandığı hâlde fiilen boşandığı eşi ile birlikte yaşayan eşe babasından bağlanan ölüm aylığının kesileceği, bu kişilere ödenen tutarların ise 96. madde hükümlerine göre geri alınacağı düzenlenmiş olup, boşandığı eşi dışında başka bir şahıs ile evlilik birliği olmaksızın fiilen yaşayan eş ise babasından bağlanan ölüm aylığını almaya devam edecektir. Kanun koyucunun buradaki düzenleme ile hakkın kötüye kullanılmasını önlemek istediği tartışmasızdır.
    Nitekim anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylıktan yararlandırılmama esası kabul edilmiştir. Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşle fiilen birlikte yaşama konusundaki etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımaz. Hakkın kötüye kullanılması hangi amaçla olursa olsun sonuçta hukuk bakımından “kötüye kullanma” niteliğinde bulunduğundan hukuk düzeni tarafından korunmaz.
    Bunun gibi mülkiyet hakkının da dürüstlük kuralı çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
    Mülkiyet hakkı kişilere eşya üzerinde en geniş yetkiler sağlamakla birlikte, ödevler de yükleyen bir hak olarak kabul edilmektedir. Mülkiyet hakkının olumlu içeriğine göre malik, eşyayı eylemli olarak dilediğince kullanma, ondan ve semerelerinden yararlanma, eşyayı zilyedinde bulundurma, satış, bağışlama, nesnel haklar kurma, kişisel haklarla sınırlama gibi eşya üzerinde dilediğince tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmış olsa da mülkiyet hakkının kullanılmasının sınırını kamu yararının yanı sıra hakkın kötüye kullanılması yasağı oluşturmaktadır.
    Yine TMK’nın “İyiniyet” başlıklı 3. maddesinde de; Kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olanın iyi niyetin varlığı olduğu, ancak durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin iyiniyet iddiasında bulunamayacağı düzenlenmiştir.
    Objektif iyi niyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen TMK’nın 2. maddesi, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanmasını Kanunun korumayacağını belirtmiştir.
    25.1.1984 gün ve 3/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararında da ifade edildiği üzere, “Bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu, gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukuki yolların kapalı bulunduğu zorunluluk hâllerinde, TMK’nın 2. maddesi uygulama alanı bulur ve olağanüstü bir imkân sağlar; haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir.
    Bir başka anlatımla, Medeni Kanunun 2. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istinaî hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme imkânını sağlamaktır…Medeni Kanunun 2. maddesinin ikinci fıkrasındaki kuralla kanunun ve hakkın mutlaklığı ilkesine istisna getirilmiştir. Ancak, bu kuralın taliliği (ikincilliği) de gözetilerek, öncelikle her meseleye ona ilişkin kanun hükümleri tatbik edilmeli; uygulanan kanun hükümlerinin adalete aykırı olabileceği bazı istisnai durumlarda da, 2. maddedeki kural, haksızlığı tashih edici bir şekilde uygulanabilmelidir…”
    İçtihadı Birleştirme kararında da belirtildiği üzere, TMK’nın 2. maddesi çatı madde olup, hukukun her alanında göz önünde bulundurulması esas olduğundan, özel kanun genel kanun uygulamasında da dikkate alınması gerektiği kuşkusuzdur.
    Yine aynı konuya 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) “Dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğü” başlıklı 29. maddesinde de yer verilmiş olup, söz konusu bu maddede; taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorunda oldukları ve davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamaları gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlü oldukları açıkça belirtilmiştir.
    Bu maddenin birinci fıkrasında dürüstlük kuralı, ikinci fıkrasında ise doğruyu söyleme yükümlülüğü getirilmiştir ki bunlar “taraf hâkimiyeti”nin sınırları olarak görülmektedir.
    Maddenin ilk fıkrası, Türk Medeni Kanunundaki “dürüstlük kuralı”nın medeni usul kanunundaki görünümüdür. Mukayeseli hukukta da dürüstlük kuralına, medeni usul kanunlarında yer verilmektedir. Bu kural, taraf usul işlemleri alanında etkisini gösterecektir. Söz konusu kurala aykırı olması hâlinde işlemin hukuki sonuç doğurması mahkemece önlenecektir.
    Doğruyu söyleme ödevi tarafların yargılamadaki yükümlülüklerinden biridir. Hukukun temel ilkelerinden biri olan dürüstlük kuralına yargılama sırasında da riayet edilmelidir. Yükümlülüğün ana noktaları vakıalar ve delillerdir. Yargılamada taraflar bir mücadele içinde olsalar da bu mücadelede her şeyin geçerli sayılacağı kabul edilemez. Muhakeme sürecine ilişkin değişik maddelerde de dürüstlük kuralına aykırı kötü niyetli davranışların önüne geçmek için bazı yaptırımlar öngörülmüştür. Tüm bu hükümlerin temelinde dürüstlük kuralına uygun davranmayı sağlama amacı yatmaktadır.
    Maddenin ikinci fıkrasında, dürüstlük kuralının özel ve önemli bir unsuru olan doğruyu söyleme ödevi açıkça düzenlenmiş bulunmaktadır. Taraflar yargılamada kendi menfaatlerine uygun olarak neleri ileri sürüp sürmeyecekleri konusunda serbesttir. Ancak ileri sürdükleri hususların doğru olması, beyan ve açıklamalarının gerçeğe aykırı olmaması gerekir. Taraflardan aleyhlerine olan hususları da beyan etmeleri beklenemez. Ancak gerek kendilerine, gerek karşı tarafa ilişkin hususlarda yaptıkları açıklamalarda mahkemeyi yanıltmamaları gerekir.
    Görüldüğü üzere TMK’nın 2. maddesinde olduğu gibi HMK’nın 29. maddesinde de dürüst davranma kuralı benzer bir şekilde düzenlenmiştir.
    Eldeki davada taşınmaz üzerinde bulunan yapıların dava açıldıktan sonra yapıldığı Özel Dairenin de kabulündedir. 6495 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu"nun 25. maddesine eklenen 3. fıkranın yürürlüğe girdiği tarihin ve buna bağlı olarak binaların yapıldığı tarihin araştırılmasına gerek bulunmamaktadır. Zira davada TMK’nın 2. maddesindeki dürüstlük kuralının uygulanmasının gerekmesi karşısında 6495 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinin de bir önemi yoktur.
    Tüm bu nedenlerle yerel mahkemenin direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, onanması gerektiği görüşünde olduğumdan Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyorum.


    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi