Esas No: 2016/5069
Karar No: 2016/8450
Karar Tarihi: 28.04.2016
Yargıtay 4. Ceza Dairesi 2016/5069 Esas 2016/8450 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Yalan yere yemin etme suçundan sanık ... hakkında yapılan yargılama sonunda mahkumiyetine dair, .... Asliye Ceza Mahkemesince verilen 26.11.2012 gün ve 2012/301 esas, 2012/701 karar sayılı hükmün sanık tarafından temyizi üzerine,
Dairemizin 02.06.2014 gün ve 2013/33610 esas, 2014/19664 sayılı kararıyla;
"Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre, beraate ilişkin hüküm fıkrasında, hatalı olarak 1.200 TL avukatlık ücretinin sanıktan alınarak katılana verilmesine karar verilmiş ise de, avukatlık ücretinin yargılama giderlerinden olmakla beraber şahsi hakka da ilişkin bulunması, sanığın temyiz talebinin de olmaması, katılanın ise, bu hususta isteminin bulunmaması nedeniyle sadece katılan vekilinin temyizi üzerine mevcut yanılgının bozma ve düzeltme konusu yapılmayacağı anlaşılmakla, tebliğnamede bu hususa ilişkin ve bozma öneren düşünceye iştirak edilmeyerek dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Eylemlere ve yükletilen suçlara yönelik katılan Mehmet Akgül vekilinin temyiz iddiaları yerinde görülmediğinden tebliğnameye aykırı olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA," karar verilmiştir.
I- İTİRAZ NEDENLERİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15/03/2016 gün ve 2016/44191 sayılı yazısı ile;
"Yargıtay C.Başsavcılığımız ile Yüksek Daire arasında olayın sübutuna ilişkin olarak herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Çözümlenmesi gereken uyuşmazlık sanığın beraat etmesi nedeniyle hüküm fıkrasında hatalı olarak 1.200 TL vekalet ücretinin sanıktan alınarak katılana verilmesine karar verilmesinde, bu hususun Yüksek Daire tarafından bozma ya da düzeltilerek onama nedeni yapılıp yapılamayacağına ilişkindir.
Sorunun çözümlenebilmesi için öncelikle katılanın temyizi halinde hükmün sanık lehine ya da aleyhine bozulup bozulamayacağı, katılanın temyizinin içeriğinin temyiz kapsamı bakımından önemli olup olmadığı, vekalet ücretinin bu kapsamda niteliğinin değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Yargıtay CGK"nın 22/10/2013 gün, 2012/11-1322 Esas, 2013/421 Karar sayılı aşağıda ayrıntısı ile açıklanan kararı bu hususta yol gösterici olacaktır. Şöyleki;
Katılanın temyiz hakkı ile temyiz başvurusunun sonucu ve kapsamı 1412 sayılı CMUK"nın yürürlükte bulunduğu dönemde tartışmalara neden olmuş ve bu husus, 05.03.1941 gün ve 50-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; “Suçtan mağdur olanlardan usulü dairesinde hukuku amme davasına iltihak etmek suretiyle müdahil sıfatını iktisap edenler, Ceza Usulü Muhakemeleri Kanununun 360, 367. maddeleri hükmüne göre şahsi dava müddeisi gibi Cumhuriyet Müddeiumumisinin müracaat edebileceği kanun yollarına gidebilir ve Cumhuriyet Müddeiumumiliği tarafından aleyhine kanun yoluna müracaat olunan karar mezkur kanunun 294. maddesine nazaran maznun lehine de bozulabileceği cihetle; müdahilin temyizi şahsi hakkında inhisar etmeyip aleyhe olmak üzere hukuku umumiye cihetine taalluk ettiği takdirde temyiz olunan hüküm lehe de tadil ve bozulabilir” şeklinde çözüme kavuşturulmuştur.
Öğreti tarafından da kabul edilen bu görüşün temelinde, 1412 sayılı CUMK"nın 360. maddesinde “şahsi davacının” kanun yollarına başvurma açısından Cumhuriyet savcısına benzetilmesi, 367. maddesinde ise aynı konuda “müdahilin” şahsi davacıya verilen hakları kullanacağının gösterilmiş olması yatmaktadır. Dolayısıyla bu düzenlemeler, aynı kanunun 294. maddesindeki; “Cumhuriyet Savcılığı tarafından aleyhine kanun yoluna müracaat olunan karar sanık lehine bozulabileceği gibi tadil de olunabilir” hükmü ile birlikte değerlendirildiğinde, katılanın aleyhe temyizi üzerine de lehe bozma veya değiştirme yapılabileceği sonucuna varılmasına neden olmuş ve bu husus yargı kararlarında tereddütsüz olarak kabul edilegelmiştir.
Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.02.1995 gün ve 8-32 sayılı kararında; “CMUK"nın 294, 360 ve 367. maddelerinde açıkça belirlendiği üzere, kanun koyucu kovuşturma bütünlüğü ve kamu yararı ilkesini benimsemiştir. Kanunun 360 ve 367. maddelerine göre şahsi davacılar Cumhuriyet savcısının başvuracağı yasal yollara müracaat edebileceklerdir. Şahsi davacıların hem kişisel hakkını hem de kamu yararını sağlamak için sanığın cezalandırılmasını istemeleri mümkündür. Bu nedenle, Cumhuriyet savcılarında olduğu gibi, katılanın aleyhe kanun yoluna başvurması halinde 294. madde uyarınca kararın sanık lehine de bozulması gerekmektedir”denilmek suretiyle bu husus açıkça vurgulanmıştır.
5271 sayılı CMK"nun yürürlüğe girdiği 1 Haziran 2005 tarihinde 5320 sayılı Kanunun 18/a maddesiyle 1412 sayılı CMUK yürürlükten kaldırılmıştır. 5235 sayılı Kanun ile kurulması öngörülen Bölge Adliye Mahkemelerinin kurulup henüz faaliyete geçmemesi nedeniyle 5271 sayılı CMK"nun istinafa ve temyize ilişkin hükümleri yürürlüğe girmiş olmasına karşın uygulama imkanına kavuşamamış olup, 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere temyiz kanun yoluna ilişkin 305 ilâ 326. maddeleri uygulanmaya devam edilecektir.
5271 sayılı CMK"da, “şahsi dava” müessesine ve bu müessese ile ilgili olan 1412 sayılı CMUK"nun 360. ve 367. maddelerine benzer hükümlere yer verilmemiş olması nedeniyle 1412 sayılı CMUK döneminde kabul edilen ilkelerin 1 Haziran 2005 tarihinden sonra da geçerliliklerini koruyup korumadığı hususu tartışılır hale gelmiş ve bu husus da Ceza Genel Kurulu"nun 13.04.2010 gün ve 14-87 sayılı kararı ile çözüme kavuşturulmuştur.
5271 sayılı CMK’nın 260. maddesinde katılan sıfatını almış olanların hâkim ve mahkeme kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilecekleri hüküm altına alınmış, 265. maddesinde; “Cumhuriyet savcısı tarafından aleyhine kanun yoluna gidilen karar, sanık lehine bozulabilir veya değiştirilebilir. Cumhuriyet savcısı, kanun yoluna sanık lehine başvurduğunda yeniden verilen hüküm önceki hükümde tayin edilmiş olan cezadan daha ağır bir cezayı içeremez” hükmüne yer verilmiş ve maddenin gerekçesinde; “Cumhuriyet savcısı aleyhe kanun yoluna başvurduğunda, bunu inceleyen yetkili merci istemle bağlı olmaksızın kararı şüpheli veya sanığın lehine bozabilir veya değiştirebilir. Bu ilke davaya katılanın başvurusunda da geçerlidir” şeklinde açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü gibi, 1412 sayılı CMUK"nın 367. maddesinde; “müdahale talebi kabul edildiği anda dahili dava olan kimse şahsi dava müddeisinin haiz olduğu haklardan istifade eder” ve 360. maddesinde; “Şahsi dava açmakla takip olunan işlerde davacı, kamu davasının açılmasıyla görülen işlerde Cumhuriyet savcısının müracaat edebileceği kanun yollarına gidebilir” şeklinde düzenlenmiş bulunan hükümlere 5271 sayılı CMK"da yer verilmemiş olması, katılanın kanun yolu başvurusunda Cumhuriyet savcısına benzeyen konumunu değiştirmek için değil, yeni sistem içerisinde şahsi davaya yer verilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim, ortaya çıkabilecek tereddütlerin önüne geçmek amacıyla 265. madde gerekçesinde bu husus hiçbir tereddüde yer bırakmayacak açıklıkta, “Bu ilke davaya katılanın başvurusunda da geçerlidir” şeklinde ifade edilmiştir.
Açıklanan tüm bu süreç, kanun hükümleri ve yargısal kararlar birlikte değerlendirildiğinde, 1412 sayılı CMUK"nın yürürlüğü döneminde olduğu gibi, 5271 sayılı CMK döneminde de katılanın şahsi hakla sınırlı olmamak şartı ile sanığın aleyhine temyiz ettiği hükmün lehe de bozulabileceği ya da düzeltilebileceği anlaşılmaktadır. Ancak önemle vurgulamak gerekir ki, katılanın şahsi hakla sınırlı olarak temyiz ettiği hükümlerde sanık lehine bozma yapılamayacaktır.
Diğer taraftan, 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 320. maddesinde; "Yargıtay temyiz dilekçe ve layihasında irat olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz dilekçesinde bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder.
313. maddenin ikinci fıkrasında gösterilen müstenidattan başka temyiz müddeasını teyit için yeniden müstenidat göstermeye lüzum yoktur.
Bununla beraber böyle müstenidat gösterilmişse kabul olunur" hükmüne yer verilmiş,
Maddenin konuluş amacı gerekçesinde; "Temyiz Mahkemesi kanunun doğru tatbik edilip edilmediğini araştırmakla mükellef olduğundan velevki lâyîhası temyiziyede dermayan edilmemiş olsa bile kanunun herhangi bir suretle ihlal edildiğini gördüğü takdirde hükmü nakzedebilir, Hukuk Usulü Muhakemelerinin terviç ettiği dairede mahkemei temyizin kendisine sevk olunan işlerde resen tetkikatını teşmil edecek lâyîhada serdedilmemiş olan ve fakat muhalifi kanun görülen esbaptan dolayı da hükümlerin nakzolunabilmesi kabul edilmiştir” şeklinde açıklanmıştır.
Buna göre; Yargıtay temyiz dilekçesinde ileri sürülüp sürülmediğine bakmaksızın son karara etkili olan tüm kanuna aykırılıkları inceleyip aykırılık tespit etmesi halinde de bozma kararı verme hak ve yetkisine sahiptir. Bu konuyla ilgili olarak getirilen sınırlamalar, 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin son fıkrasında yer alan; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet Savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” kuralı ile yukarıda da açıklandığı üzere 05.03.1941 gün ve 50-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, katılanın münhasıran şahsi haklarına hasrettiği temyiz istemi üzerine, sanık lehine bozma yapılamamasıdır. Bu iki istisna dışında, Yargıtayca incelenen ve kanuna aykırılık taşıdığı belirlenen bir hükmün, temyiz edenin sıfatı nazara alınarak sanık lehine veya aleyhine bozulmasına bir engel bulunmamaktadır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi açısından avukatlık ücretinin hukuki niteliği üzerinde de durulmalıdır.
Avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan avukatlık ücreti ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre karşı tarafa yüklenen avukatlık ücreti olarak ikiye ayrılan avukatlık ücreti, 1136 sayılı Avukatlık Kanunun 164. maddenin 1. fıkrasında; “avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder” şeklinde tanımlanmıştır.
5271 sayılı CMK"nın "Yargılama giderleri" başlıklı 324. maddesi ise; "(1) Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.
(2) Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir..." şeklinde düzenlenerek, avukatlık ücretlerinin yargılama giderleri kapsamında olduğu açıkça belirtilmiştir.
26.05.1935 gün ve 111-7 sayılı İçtihadi Birleştirme Kararında da; "Ceza davalarındaki yargılama giderlerinin hükmün tamamlayıcı bir parçası (mütemmim cüzü) olduğu, bu sebeple ilamlarda açıklanması ve kime yükletileceğinin belirtilmesi gerektiği, yargılama giderleriyle ilgili kararların da Yargıtay incelemesine tabi olup kendiliğinden temyiz yeteneğinin bulunduğu" sonucuna ulaşılmıştır.
Kanuni düzenlemeler ve içtihadı birleştirme kararı ışığında, hükmün tamamlayıcı parçası olan yargılama giderleri hüküm ve kararlarda gösterilmeli ve giderlerin kim tarafından karşılanacağı da belirtilmelidir. Bu kapsamda mahkemece yargılama giderlerinden olan avukatlık ücretlerinin de kararda gösterilmesi ve ücretlerin hangi tarafça karşılanacağının belirtilmesi gerekmekte olup, aksine bir uygulama 5271 sayılı CMK"nın 324. maddesine aykırılık oluşturacaktır.
Ancak bu durum, Ceza Genel Kurulunun 07.06.1971 gün ve 497-209, 07.02.1972 gün ve 447-72, 24.02.1975 gün ve 37-32, 14.06.2005 gün ve 66-65, 07.02.2006 gün ve 172-10 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere, vekâlet ücretinin şahsi hak olma niteliğini değiştirmeyecektir. Nitekim CMK"nun 234. maddesinin 4. fıkrasındaki; “Devlete ait yargılama giderlerine ilişkin kararlar, Harçlar Kanunu hükümlerine göre; kişisel haklara ilişkin kararlar, 09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu hükümlerine göre yerine getirilir” biçimindeki düzenlemede de belirtildiği üzere, hükümde belirtilen ve kamuyu ilgilendiren yargılama giderlerinin tahsili Harçlar Kanunu, kişisel hakka ilişkin bulunan avukatlık ücretinin tahsili ise İcra ve İflâs Kanunu hükümlerine göre yapılmaktadır.
05.03.1935 gün ve 111-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile; "Bir ceza hükmüne karşı yapılan temyiz, o ceza hükmüne dahil olan muhakeme masraflarına da şamil olmakla muhakeme masraflarına müteallik kararlar da temyiz tetkikatına tabi olacağı ve bu kabil kararların re"sen de temyiz kabiliyetinin bulunduğu"na karar verilmiştir. Ancak, kişisel hakka ilişkin kanuna aykırılıkların Yargıtay tarafından bozma konusu yapılabilmesi için, hükmün hak sahibi tarafından temyiz edilmiş olması gerekir. Bu nedenle, kişisel hakka ilişkin olan vekâlet ücretine katılanın aleyhine olacak şekilde noksan hükmedilmesi ve hükmün sadece sanık tarafından temyiz edilmesi halinde, aleyhe bozma yasağı nedeniyle bu husus bozma konusu yapılamayacak, mahkûmiyet hükmünün yalnız katılan ya da vekili tarafından vekâlet ücretine hükmedilmediğinden bahisle temyiz edilmesi durumunda da inceleme yalnızca vekâlet ücreti ile sınırlı olarak yapılacaktır.
Ceza Genel Kurulunun 01.10.2013 gün ve 231-396 ile 1304-397 sayılı kararlarında da, sanığın beraatine karar verilen durumlarda, hükmün sanık lehine vekalet ücretine hükmedilmediğinden bahisle sanık ya da müdafii tarafından temyiz edilmesi halinde temyiz incelmesinin ne şekilde yapılacağı hususu değerlendirilmiş, beraat eden sanığın ya da sanık adına müdafiinin gerekçesi dışında esasen temyiz edemediği hükmü yalnız vekalet ücretine yönelik olarak temyiz etmesi halinde Yargıtayca temyiz incelemesinin vekalet ücreti ile sınırlı olarak yapılması gerektiği, temyiz edilebilirlik sınırı olarak HUMK"nın 427. maddesindeki düzenlemenin belirleyici olmayacağı ve asıl hükmün tâbi olduğu temyiz edilebilirlik ölçüsünün esas alınacağı kabul edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Mahkeme tarafından sanık hakkında beraat hükmü verilmesine karşılık, sanık lehine hazine aleyhine vekalet ücretine hükmetmesi gerekirken hatalı bir biçimde vekalet ücretinin sanıktan alınarak katılana verilmesi şeklinde vermiş olduğu kararın yalnızca katılan vekili tarafından temyiz edildiği anlaşılmıştır.
İncelenen dilekçe içeriğinden katılan vekilinin, sanık hakkında yalan yere yemin etme suçundan kurulan beraat hükmünü münhasıran şahsi haklara hasretmeksizin bir bütün olarak esas ve usul yönünden temyiz ettiği, doğal olarak temyiz incelemesinin usul, esas ve vekalet ücreti yönünden de incelenmesi gerektiği, bu durumda ise sanığın lehine ya da aleyhine hükmün bozulmasının önünde herhangi bir engel bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yüksek Daire tarafından katılanın temyizinde yapılan incelemede, herhangi bir şekilde hükmün esasına etkili kanuna aykırılık tespit edilmesi halinde nasıl ki vekalet ücreti de dahil olmak üzere sanığın lehine ya da aleyhine karar vererek hükmün bozulması ya da düzeltilerek onanmasına karar verebilecekse, somut olayda olduğu gibi başkaca kanuna muhalefet bulunmadığının anlaşılması halinde ise vekalet ücreti yönünden hatalı olarak verilen kararın da incelenerek sanık lehine hazine aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesi suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmektedir. Ancak Yüksek Daire tarafından "avukatlık ücretinin yargılama giderlerinden olmakla beraber şahsi hakka da ilişkin bulunması, sanığın temyiz talebinin de olmaması, katılanın is, bu hususta isteminin bulunmaması nedeniyle sadece katılan vekilinin temyizi üzerine mevcut yanılgının bozma ve düzeltme konusu yapılamayacağı" gerekçesiyle karar verilmesi yukarıda arz ve izah edilen sebepler ile Yargıtay CGK kararı doğrultusunda isabetli bulunmamıştır.
Sonuç ve istem: Yukarıda açıklanan nedenlerle itirazımın kabulü ile Yargıtay Yargıtay 4.Ceza Dairesinin 02.06.2014 gün ve 2013/33610-2014/19664 Esas-Karar sayılı ONAMA kararının kaldırılarak, hükmün Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5 ve CMK"nın 327/2.maddeleri uyarınca beraat eden ve kendisini müdafii ile temsil ettiren sanık yararına ve Hazine aleyhine maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, vekalet ücretinin sanıktan alınarak katılana verilmesi nedeniyle BOZULMASI,
Ancak, yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda 1412 sayılı CMUK"nun 5320 sayılı Kanunun 8.maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322.maddesi gereği karar verilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasının yargılama giderine ilişkin bölümünün çıkartılarak, yerine "karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre 1.200 TL vekalet ücretinin Hazineden alınarak sanığa verilmesine" ifadesinin eklenmesi suretiyle hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASI"na karar verilmesi, itirazımızın kabul edilmemesi halinde ise itirazımız hakkında karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi, İtirazen arz ve talep olunur." isteminde bulunulması üzerine dosya Dairemize gönderilmekle, incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
II- İTİRAZIN KAPSAMI
İtiraz, yalan yere yemin etme suçundan sanık ... hakkında verilen beraat kararının onanmasına dair, Dairemizin 02.06.2014 tarihli kararına ilişkindir.
III- KARAR
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itiraz gerekçeleri yerinde görülmekle, 6352 sayılı Kanunun 99. maddesiyle eklenen 5271 sayılı CMK"nın 308. maddesinin 3. fıkrası uyarınca İTİRAZIN KABULÜNE,
Dairemizce verilen Dairemizin 02.06.2014 gün ve 2013/33610 esas, 2014/19664 karar sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
.... Asliye Ceza Mahkemesince verilen 26.11.2012 gün ve 2012/301 esas, 2012/701 karar sayılı hükmün yeniden incelenmesi sonucu:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Eyleme ve yükletilen suça yönelik temyiz nedenleri yerinde görülmemiştir.
Ancak,
CMK"nın 324/1, 327/2 ve karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. maddeleri uyarınca beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına ve Hazine aleyhine maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, vekalet ücretinin sanıktan alınarak katılana verilmesi biçiminde karar verilmesi,
Kanuna aykırı, katılan Mehmet Akgül vekilinin temyiz iddiaları yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle BOZULMASINA, 5320 sayılı Kanunun 8/1. madde ve fıkrası aracılığıyla 1412 sayılı CMUK"nın 322. maddesi uyarınca bu aykırılık, yeniden duruşma yapılmasına gerek olmaksızın düzeltilebilir nitelikte bir yanılgı olduğundan, temyiz edilen kararın açıklanan noktası itiraz yazısına uygun olarak, hüküm fıkrasının vekalet ücretine ilişkin kısmındaki “vekalet ücretinin sanıktan alınarak katılana verilmesine” ibaresinin iptali ile yerine "vekalet ücretinin Hazineden alınarak sanığa verilmesine" biçiminde DÜZELTİLMEK ve başkaca yönleri Kanuna uygun bulunan hüküm, bu bağlamda ONANMAK suretiyle 5320 sayılı Kanunun 8/1. madde ve fıkrası aracılığıyla 1412 sayılı CMUK"nın 322. maddesi uyarınca davanın esasına, 28/04/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.