Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2017/1898
Karar No: 2020/6542
Karar Tarihi: 08.12.2020

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2017/1898 Esas 2020/6542 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2017/1898 E.  ,  2020/6542 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    DAVA TÜRÜ: TAPU İPTALİ VE TESCİL-BEDEL

    Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, olmazsa bedel istekli dava sonunda yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 08.12.2020 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat ..., Avukat ... ile temyiz edilen davacı vekili Avukat ... geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
    KARAR-
    Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa bedel isteğine ilişkindir.
    Davacı, dava dışı ... Yapı Malzemeleri ve İnş. San. Tic. Ltd. Şirketinin yetkilisi ve hakim ortağı olup, davalı ...’ın ise bu şirketin özellikle dava dışı belediye nezdindeki işlerini takip eden, bu konuda kendisine inisiyatif verilen bir kişi olduğunu, davalıya verdiği vekaletnamelerden de anlaşılacağı üzere belediye nezdindeki ihale süreçlerini bilen ve takip eden davalı ...’ın, belediyeden büyük bir ihale alacağını söyleyerek dava konusu taşınmazın teminat olarak tapu kaydının davalı eşi ... adına devrini istediğini, yıllardır tanıdığı davalıya güvenerek dava konusu 11 parsel sayılı taşınmazda bulunan 5 no’lu bağımsız bölümü davalı ...’e 30.11.2005 tarihinde satış yoluyla temlik ettiğini, davalı ...’ın ise ihale nedeniyle aldığı paraları uhdesine geçirdiğini öğrenince azlettiğini, dava konusu taşınmazın ihale süreçlerinde teminat olarak kullanılması için bedelsiz şekilde temlik edildiğini, ancak halen iade edilmediğini, taşınmazın gerçek değerinin çok yüksek olduğunu ileri sürerek dava konusu 11 parsel sayılı taşınmazda bulunan 5 no’lu bağımsız bölümün tapu kaydının iptali ile adına tescilini, olmazsa satış tarihindeki değer üzerinden taşınmazın bedelinin yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir. Davalılar, zamanaşımı süresinin geçtiğini, davalı ...’ın müteahhit olup davacının nalburiye dükkanından mal aldığı için tanışık olduklarını ve aynı mahallede yaşadıklarını, davacının bazı alacaklarını tahsil etmesi için davalı ...’a vekaletname verdiğini, davalı ...’ın da ara sıra dava dışı belediyeden tahsilat yapıp davacıya verdiğini, bu hususta davacı ile aralarında 23.06.2009 tarihli ibraname bulunduğunu, dava konusu taşınmazın bedeli davalı ... tarafından ödenerek davalı ... adına satın alındığını, inanç sözleşmesinin yazılı delille ispatı gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, tüketici mahkemelerinin görevli olduğundan bahisle verilen görevsizlik kararı Dairece, “ ...Ne var ki; iddianın ileri sürülüş biçimi ve içeriğine göre, taraflar arasındaki çekişmenin inançlı işlemden kaynaklandığı açıktır....Hal böyle olunca, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda delillerinin toplanması, gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ve ondan sonra işin esası bakımından bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.” gerekçesiyle bozulmuş; mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, iddianın yazılı delil başlangıcı ve tanık beyanlarıyla kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı ...’nın, dava dışı ... Yapı Malzemeleri ve Sanayi Tic. Ltd. Şirketini temsilen, dava dışı belediye tarafından açılan ihalelere şirket adına katılmaya, belediye nezdindeki tüm iş ve işlemleri takip etmeye, şirket adına tahsilat yapmaya yetkili olmak üzere ... 25. Noterliğinin 16.08.2005 tarih 44617 yevmiye no’lu vekaletnamesi ile davalılardan ...’ı vekil tayin ettiği, 05.03.2007 tarihinde de vekili azledip, 06.03.2007 tarihinde tekrar anılan şirketi temsilen dava dışı belediye tarafından açılan ihlalelere şirket adına katılmaya, şirket adına tahsilat yapmaya yetkili olmak üzere yine davalı ...’ı vekil tayin ettiği, bu vekalet ilişkisinin de 27.04.2010 tarihli azilname ile sonlandırıldığı, davacının herhangi bir alacağı kalmadığına dair davacı ile davalı ... arasında 23.06.2009 tarihli protokol başlıklı ibranamenin düzenlendiği, dava konusu 10284 ada 11 parsel sayılı taşınmazda bulunan 5 no’lu depolu dükkan vasıflı taşınmazın tamamı davacı adına kayıtlı iken bizzat tamamını 30.11.2005 tarihinde satış yoluyla davalı ...’ın eşi olan davalı ...’a temlik ettiği, davacının dava dışı 10270 ada 3 parsel sayılı taşınmazın önce anlaşmalı olarak gerçek değerinin çok altında kendisine ihale edilip, daha sonra dava dışı bir şirkete devredildiği, taşınmaz üzerine yapılan binadaki birçok dairenin davalı ... ile eşi davalı ... adına tescil edildiği iddiasıyla ve sair hususlarda yaptığı şikayet üzerine davalı ...’ün savcılık ifadesinde, daireleri eşi ...’ın satın aldığını ve kendisi üzerine yaptığını, ev hanımı olup herhangi bir geliri olmadığını, dairelerin bir kısım ödemelerinin kendisi adına yapıldığını, suçlamayı kabul etmediğini beyan ettiği, davalılar ve diğerleri hakkında yürütülen soruşturmada ... Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/134386 Soruşturma sayılı dosyası üzerinden, ihaleye fesat karıştırmak ve başkaca suçlardan kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır. Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
    Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.05.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK"nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim” olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
    Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
    Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK"nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK"nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
    Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz. Öte yandan bilindiği üzere, bu tür iddialar (inançlı işlem) 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı uyarınca ancak yazılı delille, yazılı delil yok ise yemin delili ile kanıtlanabilir. Delil başlangıcı bulunmayan hallerde tanık delili ile inançlı işlemin ispatı mümkün değildir.Somut olaya gelince; her ne kadar mahkemece, ...25. Noterliğinin 16.08.2005 tarihli vekaletnamesi ile davalı ...’ün savcılıkta verdiği ifade delil başlangıcı olarak nitelendirilip, davanın kabulüne karar verilmiş ise de; davacı tarafından 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında yazılı bir belge sunulmadığı gibi, mahkemece delil başlangıcı olarak sayılan vekaletname ile davalı ...’ün savcılık ifadesinin de dava konusu taşınmazın inançlı işlemle devredildiğine ilişkin bir delil olmadığı açıktır. Hal böyle olunca, ispatlanamayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davalıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.11.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 3.050.00. TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.12.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.













    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi