
Esas No: 2014/1400
Karar No: 2016/1069
Karar Tarihi: 16.11.2016
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2014/1400 Esas 2016/1069 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bilecik 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 31.10.2013 gün ve 2013/18 E., 2013/66 K. sayılı kararın incelenmesi davacı ...Ş. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 08/01/2014 gün ve 2013/18611 E., 2014/730 K. sayılı ilamı ile;
"…Davacı vekili, dava dışı ... ile imzalanan genel kredi sözleşmesini müşterek borçlu ve müteselsil kefil olarak imzalayan davalıya karşı başlatılan ilamsız icra takibine yapılan itirazın iptali ile takibin devamına, %20 icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı cevap dilekçesi sunmamış, duruşmadaki beyanında; dava dışı ..."ün 2008 yılında davacı bankadan kullandığı krediye kefil olduğunu ancak bu borcun ödendiğini, sonraki kredilere kefil olmadığını ileri sürmüştür.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda toplanan delillere göre; her ne kadar davalı 2008 tarihindeki kredi sözleşmesinde kefil sıfatı ile imza atmış ise de asıl borçlu dava dışı ..."ün bu krediyi 16/12/2010 tarihinde kapattığı, bu tarihli sözleşme nedeni ile kullanılan kredi miktarının 7.000,00 TL olduğu, bundan sonra ..."ün bankadan 04/01/2011 tarihinde 5.000,00 TL, 22/11/2011 tarihinde 30.000,00 TL ve 21/01/2013 tarihinde 44.750,00 TL bedelli üç tane daha kredi sözleşmesi imzaladığı, davacının 2008 tarihli kredi nedeni ile sorumlu olduğu tutar ise 40.000,00 TL olduğu, son üç kredi sözleşmesinde davalının kefil olarak imzasının bulunmadığı, bu itibarla 2008 yılında alınıp 2010 yılında kapanan bir borca kefilliğinden dolayı üçüncü kişinin sonraki tarihlerde çektiği ve hiçbir haberi olmayan, imzaladığı sözleşmedeki bedeli aşan kredi borçlarından dolayı davalının sorumlu tutulamayacağı, kaldı ki kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumluluğunu artıran değişikliklerin kefalet sözleşmesinde öngörülen şartlara uyulmadıkça geçerli olmayacağı, bu itibarla davalının haberi olmaksızın ve herhangi bir imzası alınmaksızın üçüncü kişi ..."ün davacı bankadan almış olduğu ve davalının imzaladığı 2008 tarihli kredi limiti olan 40.000,00 TL"nin üstünde bulunan ilave krediler nedeni ile kefil olarak sorumlu ve bu sebeple de borçlu olduğunun kabul edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı banka vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, kredi alacağının tahsili için davalı-müşterek borçlu ve müteselsil kefile karşı başlatılan ilamsız icra takibine yapılan itirazın İİK"nın 67. maddesi uyarınca iptali istemine ilişkindir. Takip dayanağı olarak dosyaya 03.01.2011 tarihli temel bankacılık hizmet sözleşmesi örneği, dava dilekçesinin ekinde ise 01.12.2008 tarihli genel kredi sözleşmesi örneği ibraz edilmiştir. Davacı vekilinin dava dilekçesi ekinde ibraz ettiği 01.12.2008 tarihli ve 40.000 TL. meblağlı genel kredi sözleşmesini davalı, müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzalamış, 03.01.2011 tarihli 2. genel kredi sözleşmesini ise imzalamamıştır. Dosyaya ibraz edilen 03.01.2011 tarihli kredi sözleşmesinde kredi limiti de belirtilmemiştir. Dava ve takip konusu kredi alacağı hesabı ödeme emrinde 3447680 no"lu olarak belirtilmiş olup davacı banka tarafından ibraz edilen her iki genel kredi sözleşmesinde de aynı hesap numarasının yazılı olduğu görülmüştür. Mahkemece, davacı bankadan getirtilen hesap özetleri üzerinde inceleme yapılarak aynı hesaptan verilen iki genel kredi sözleşmesinden davalının kefil olarak imzasının atılı bulunduğu 01.12.2008 tarihli sözleşmeden doğan borcun asıl borçlu tarafından kapatılmış olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bilindiği üzere, dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 818 sy. BK"nın 490. maddesi gereği kefil borçtan kefalet limiti ve kendi temerrüdünün hukuki sonuçları ile sorumludur. Somut olayda Mahkemece hesap ekstreleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmaksızın bu belgeler bizzat incelenerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. Bu durumda Mahkemece yapılacak iş, davalı-kefilin imzası bulunan genel kredi sözleşmesinden doğan borcun ödenip ödenmediğinin tespiti için davacı bankanın ilgili şubesinin kayıtları üzerinde konusunda uzman bir bilirkişi vasıtasıyla inceleme yapılarak alınacak rapor sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, itirazın iptali ve % 20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatı istemine ilişkindir.
Davacı banka vekili; müvekkil banka ile davalı arasında imzalanan genel kredi sözleşmesi uyarınca ödenmeyen kredi nedeniyle, müştereken ve müteselsilen kefilliğe istinaden Bilecik İcra Dairesi’nin 2013/4130 sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, yapılan bu takibe davalı borçlu tarafından itiraz edildiğini ve icra takibinin durduğunu, davalı borçlu itirazında, borçlu ..."e daha önceden kefil olduğunu ve borcun bittiğini, ancak ... tarafından sonradan kullanılan kredilere kefil olmadığını, bu nedenle de borcun tamamına itiraz ettiğini, davalı borçlunun itirazında belirttiği iddiaları kanıtlamaya yönelik bir delil sunmadığını ileri sürerek haksız olarak yapılan itirazın iptali ile davalı aleyhine % 20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı; bahsi geçen borca kefil olmadığını, genel kredi sözleşmesine de imza atmadığını; kendisinin, ..."ün daha önce Denizbank Bozüyük Şubesi’nden çektiği krediye kefil olduğunu fakat bu borcun çok uzun bir süre önce kapatıldığını, bunun dışında bir kefilliğinin bulunmadığını belirterek açılan davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, imzalanan kredi sözleşmesinde ..."nın kefil olarak imzasının bulunduğu, hesap özetlerine göre, sözleşmeye konu 01.12.2008 tarihli kredinin miktarının 40.000,00-TL olduğu, bahsi geçen bu borcun dava dışı ... tarafından kapatıldığı, sonrasında ise yine aynı hesap numarası ile ... ile davacı banka arasında imzalanan kredi sözleşmeleri uyarınca 04.01.2011 tarihinde 5.000,00-TL bedelli, 22.12.2011 tarihinde 30.000,00-TL bedelli ve 21.01.2013 tarihlerinde 44.750,00-TL bedelli kredi alımlarının olduğu, bu üç kredi sözleşmesinde davalı ..."nın bir kefilliğinin ve imzasının bulunmadığı, BK’nın Kefalet Sözleşmesini tanımlayan 581. maddesinde kefalet sözleşmesinin, kefilin, alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşme olduğunun açıklandığı, aynı Yasanın 582. maddesinde, kefalet sözleşmesinin, mevcut ve geçerli bir borç için yapılabileceği, ancak, gelecekte doğacak veya koşula bağlı bir borç için de bu borç doğduğunda veya koşul gerçekleştiğinde hüküm ifade etmek üzere kefalet sözleşmesinin kurulabileceği, yanılma veya ehliyetsizlik sebebiyle borçlunun sorumlu olmadığı bir borç için kişisel güvence veren kişinin, yükümlülük altına girdiği sırada, sözleşmeyi sakatlayan eksikliği biliyorsa, kefaletle ilgili kanun hükümlerine göre sorumlu olacağı, aynı kuralın, borçlu yönünden zamanaşımına uğramış bir borca kefil olan kişi hakkında da uygulanacağı, kanundan aksi anlaşılmadıkça kefilin, bu bölümde kendisine tanınan haklardan önceden feragat edemeyeceğinin belirtildiği, BK"nın 583. maddesinde ise kefalet sözleşmesinin, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmayacağı, kefilin sorumlu olduğu azamî miktarın, kefalet tarihinin ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğinin kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesinin şart olduğu, kendi adına kefil olma konusunda özel yetki verilmesi ve diğer tarafa veya bir üçüncü kişiye kefil olma vaadinde bulunulmasının da aynı şekil koşullarına bağlı olduğu, tarafların, yazılı şekle uyarak kefilin sorumluluğunu borcun belirli bir miktarıyla sınırlandırmayı kararlaştırabilecekleri, kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumluluğunu artıran değişikliklerin, kefalet için öngörülen şekle uyulmadıkça hüküm doğurmayacağının ifade edildiği, somut olayda, her ne kadar davalının 2008 tarihindeki kredi sözleşmesinde kefil sıfatı ile imza attığı anlaşılmakta ise de; üçüncü kişi ...’ün bu krediyi 16.12.2010 tarihinde kapattığı, daha sonra ... tarafından imzalanan kredi sözleşmelerinde ise davalının kefil sıfatı ile imzasının bulunmadığı, 2008 yılında çekilen ve 2010 yılında kapanan bir borca kefillikten dolayı davalının, üçüncü kişinin sonraki tarihlerde çektiği kredi borçlarından dolayı sorumlu tutulmasının yasaya ve hakkaniyete aykırı olacağı, zira BK"nın 583. maddesinde öngörülen şekil şartının, 2011 yılında ve 2013 yılında üçüncü kişinin aldığı krediler yönünden gerçekleşmediği, davalının, bu kredilerden haberinin bulunmadığı, yine davalının sorumlu olacağı azami miktarın belirtilmediği, kaldı ki kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumluluğunu artıran değişikliklerin, kefalet sözleşmesinde öngörülen şartlara uyulmadıkça geçerli olmayacağı, dolayısıyla davalının haberi olmaksızın ve imzası alınmaksızın üçüncü kişi ..."ün davacı bankadan almış olduğu ve davalının imzaladığı 2008 tarihli kredi limitinin üzerinde bulanan ilave krediler nedeniyle kefilliğinin kabul edilemeyeceği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı banka vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan yasanın, 818 sayılı BK değil, 6098 sayılı TBK olduğu, ancak hukuki işlemin, yani kefalet sözleşmesinin imzalandığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan yasanın 818 sayılı BK olduğu, dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK"nın 266 ve devamı maddelerinde bilirkişi incelemesinin düzenlendiği, 266. maddeye göre, mahkemenin, çözümü hukuk dışında özel ve teknik bilgiyi gerektiren hallerde taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar vereceği, hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamayacağının belirtildiği, eldeki dosya incelendiğinde, dava dışı ..."ün kullandığı krediye davalı ... Cırgı"nın 2008 yılında kefil olduğu ve kefalet tutarının 40.000,00-TL bulunduğu, bu kredi sonrasında ...’ün, 01.12.2008 tarihinde 7.000,00-TL kredi kullandığı ve bu krediyi 16.12.2010"da kapattığı; 04.01.2011 tarihinde 5.000,00-TL kredi kullandığı ve bu krediyi 30.11.2011 tarihinde de kapattığı; 22.12.2011 tarihinde 30.000,00 TL kredi kullandığı ve bu krediyi 21.05.2012 tarihinde kapattığı; 21.01.2013 tarihinde 44.750,00-TL kredi kullandığı, ilk üç kredinin toplam bedelinin 42.000,00-TL olduğu ve davalı ..."nın kefil olduğu tutarı aştığı, kaldı ki her üç kredinin de kapatılıp sonraki kredinin alındığı, bu durumda bilirkişi incelemesi yapılmasını zorunlu ve gerekli kılan bir durumun bulunmadığı ve banka kayıtları üzerinden değerlendirme yapıldığı belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacı banka vekili temyiz etmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda banka tarafından gönderilen kayıt ve hesap ekstreleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmasının gerekip gerekmediği; buradan varılacak sonuca göre de mahkemece yapılan değerlendirmenin yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı 266. maddesinin birinci fıkrasına göre “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir”.
Kanunlarda bilirkişiye başvurulması zorunlu sayılan haller dışında hâkimin bu delile dayanmak noktasında, anılan hükmü değerlendirmesi ve kendi genel ve hukuki bilgisiyle çözümlenmesi mümkün olmayan konularda bilirkişinin görüşünü alması gerekir.
Banka kayıtlarının incelenmesi ve çok sayıda kredi açma sözleşmesinin yapıldığı hallerde hangi tutarın hangi kredi ilişkisi çerçevesinde kullandırıldığı ve ödemelerin bunlardan hangisine mahsuben yapıldığının tespiti işi özel ve teknik bilgiyi gerektirmekte ve hâkimin genel ve hukuki bilgisiyle çözümleyebileceği alanın dışında kalmaktadır.
Nitekim somut olayda dava dışı borçlu ... ile davacı banka arasında birden çok kredi sözleşmesi akdedildiği, davalı ...’nın sözleşmelerden birine kefil sıfatıyla imza attığı hususu tartışmasızdır.
Hemen belirtmek gerekir ki kredi açma sözleşmeleri, kredi işleminin temelini oluşturan ve kredi vereni, öngörülen tutara kadar nakdî, aynî veya sorumluluk kredisi açmak, kullandırmak ve vadeye kadar geri ödeme talebinde bulunmamak yükümlülüğü altına sokan bir sözleşmedir (TEKİNALP, Ü.: Banka Hukukunun Esasları, 2.b., İstanbul 2009, s.479, n.39-49). Banka kredi sözleşmeleri iki ana tür altında incelenirler. Bunların bir kısmı tüketim ödüncü (karz) sözleşmesine oldukça yakın hukuki niteliği haizdir (TEKİNALP, s.488, n.39-32 vd). Bu tür sözleşmelerde krediyi kullanan genellikle belirli bir parayı bankadan nakden alır ya da verdiği talimat üzerine para, banka tarafından müşterinin belirttiği bir başka kimseye ödenir. Özellikle taşıt, konut ve ihtiyaç kredileri bu kapsamda değerlendirilir. Sözleşmenin âkidi konumundaki müşteri kredi olarak kullandığı anaparayı, işleyen faizi ve sair giderlerin toplamını belirli bir vadede ya da tarihi ve tutarları belirlenmiş taksitler halinde öder; bu suretle kredi borcu kapanmış olur.
Banka kredi sözleşmelerinin ikinci türü rotatif (dönerli) kredilerdir ve bunlar genel olarak cari hesap şeklinde işlerler. Bu kredi türünde banka belirli bir tutarda krediyi müşterinin talimatı çerçevesinde kullandırmak üzere hazırda tutar. Müşteri bu tutarı avans olarak kullanabileceği gibi çek ödemesi, akreditif açılması, teminat mektubu düzenlenmesi gibi taleplerle kullanabilir; genel kredi ilişkisi içinde nakdi ya da gayrinakdi kredi biçimleri gündeme gelebilir. Rotatif kredilerde müşteri kullandığı tutarı ve belirli dönemlerde tahakkuk ettirilen faiz ile komisyon gibi sair borçlarının tamamını ödese dahi kredi ilişkisi sona ermez. Bakiyesi “sıfır” gösterse bile sona ermemiş kredi ilişkisine dayalı yeni kullanma talepleri banka tarafından karşılanabilir. Bu tür kredi sözleşmeleri sürenin dolması, dönme, fesih, rızayı fesada uğratan sebeplerin varlığı halinde bağlamazlık beyanının bildirilmesi ile sona ererler (TEKİNALP, s.487, n.39-28).
Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olaya bakıldığında dava dışı asıl borçlu ile davacı banka arasında düzenlenen birden çok kredi sözleşmesinin, yukarıda kısaca açıklanan sözleşme türlerinden hangilerine uygun düştüğü; borçlunun kullandığı kredilerin, bu sözleşmelerin hangileri ile ilişkilendirildiği ve bunlar arasında davalının kefil olduğu sözleşmenin bulunup bulunmadığı, daha da önemlisi “borcun ödemeyle sona erdiği” yolundaki düşüncenin kredinin türüne göre doğru olup olmadığının tespiti için gerekli veriler özel ve teknik bilgi niteliğinde olup, hâkim tarafından genel ve hukuki bilgi ile çözümlenebilecek hususlar değildir.
Bu durumda mahkemece bozma kararı çerçevesinde iddia, savunma, banka kayıtları ve diğer belgeler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak ulaşılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmek gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru değildir.
Öte yandan, Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında Özel Daire bozma kararında “…dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 818 sy. BK"nın 490. maddesi…” denilmiş ise de bu hususun maddi hataya dayandığı ve “sözleşmenin akdedildiği tarihte yürürlükte bulunan Borçlar Kanunu hükümleri”nin kastedildiğinin her türlü tartışmadan uzak bulunduğu; ayrıca takip dayanağı borcun, davalı kefilin imzası bulunan 40.000,00-TL tutarlı kefalet sözleşmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususunun Hukuk Genel Kurulu kararında belirtilmesinin gerektiği konusunda görüş birliğine varılmıştır.
Hal böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı banka vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.11.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.