Esas No: 2019/2526
Karar No: 2021/2590
Karar Tarihi: 24.11.2021
Danıştay İdare Dava Daireleri Kurulu 2019/2526 Esas 2021/2590 Karar Sayılı İlamı
T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2019/2526
Karar No : 2021/2590
TEMYİZ EDEN (DAVACI) : ...Barosu Başkanlığı
VEKİLİ : Av. ...
KARŞI TARAF (DAVALI) : ...Bakanlığı
VEKİLİ : Hukuk Müşaviri ...
İSTEMİN KONUSU : Danıştay Altıncı Dairesinin 27/05/2019 tarih ve E:2019/2498, K:2019/4932 sayılı kararının redde yönelik kısmının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: 25/11/2014 tarih ve 29186 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği'nin 2. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi, 4. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan "... İnşaat dönemine ilişkin izleme ve kontrol çalışmalarına yardımcı olacak raporlamaları yapmak..." ibaresinin, 4. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan "...inşaat, işletme ve işletme sonrası..." ibaresinin, 4. maddesinin birinci fıkrasının (p) bendinde yer alan "... İnşaat, işletme ve işletme sonrası..." ibaresinin, 9. maddesinin birinci fıkrasının, 19. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin, Geçici 1. maddesinde yer alan "... Lehte olan hükümleri ve/veya..." ibaresinin, Geçici 2. maddesinin ve Geçici 3. maddesinin iptali istenilmiştir.
Daire kararının özeti: Danıştay Altıncı Dairesinin 27/05/2019 tarih ve E:2019/2498, K:2019/4932 sayılı kararıyla;
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 25/02/2016 tarih ve E:2015/3616, K:2016/449 sayılı usulü bozma kararına uyularak,
Yönetmeliğin 2. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi, 4. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde yer alan "... İnşaat dönemine ilişkin izleme ve kontrol çalışmalarına yardımcı olacak raporlamaları yapmak..." ibaresi, 4. maddesinin 1. fıkrasının (i) bendinde yer alan "...inşaat, işletme ve işletme sonrası..." ibaresi, 4. maddesinin 1. fıkrasının (p) bendinde yer alan "... İnşaat, işletme ve işletme sonrası..." ibaresi ve 19. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi yönünden;
Dava konusu Yönetmeliğin 2. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin, 4. maddesinin birinci fıkrasının (b), (i), (p) bentlerinin iptali istemiyle farklı davacılar tarafından açılan davalarda, Danıştay Ondördüncü Dairesince verilen 05/04/2017 tarih ve E:2015/579 (sehven E:2015/573 yazılmıştır.), K:2017/2110 sayılı ve 05/04/2017 tarih ve E:2015/573, K:2017/2108 sayılı kararlarla; 19. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ise 13/06/2017 tarih ve E:2015/645, K:2017/3992 sayılı kararla iptal edildiğinden; daha önce yargı kararları ile iptal edilen bu maddelere yönelik olarak ayrıca bir karar verilmesine yer olmadığı,
Yönetmeliğin 9. maddesinin birinci fıkrası, Geçici 1. maddesinin "... Lehte olan hükümleri ve/veya..." ibaresi ile Geçici 2. madde ve Geçici 3. maddesine gelince;
2872 sayılı Çevre Kanununun 10. maddesinde dayanılarak, Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinde uyulacak idari ve teknik usul ve esasları belirlemek üzere yürürlüğe konulan dava konusu düzenlemelerde, 2872 sayılı Kanunun, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlama amacına, kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmadığı,
Bu nedenlerle, düzenlemenin 9. maddesinin birinci fıkrası, Geçici 1. maddesinin "... Lehte olan hükümleri ve/veya..." ibaresi ile Geçici 2. madde ve Geçici 3. maddelerine ilişkin kısmı yönünden davanın reddine, Yönetmeliğin 2. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi, 4. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan "... İnşaat dönemine ilişkin izleme ve kontrol çalışmalarına yardımcı olacak raporlamaları yapmak..." ibaresi, 4. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan "...inşaat, işletme ve işletme sonrası..." ibaresi, 4. maddesinin birinci fıkrasının (p) bendinde yer alan "... İnşaat, işletme ve işletme sonrası..." ibaresi ve 19. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine ilişkin kısmı yönünden ise dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, davanın reddine ilişkin kısmın bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ ...DÜŞÜNCESİ : Yargılama hukukunda, yargı (hüküm), uyuşmazlığı çözmekle görevli ve yetkili yargı yerinin yargılama sürecinin sonunda ulaştığı "sonuç"tur. Yargı yerinin bu sonuca ulaşırken bir gerekçeye dayanması, hem Anayasamızda, hem de yargılama hukukumuzda yer alan ilkelerdendir. Gerekçe, yargıcın çözümlemek durumunda olduğu uyuşmazlığa uygulanması gereken soyut hukuk kuralının saptanmasında, yorumlanmasında ve tüm ayrıntılarıyla ortaya konulup nitelendirilen maddi olaya uygulanmasında izlemiş olduğu yöntemi gösteren ve bu özelliği sebebiyle, yargılamanın nesnelliği ile varılan yargının doğruluğu konusunda davanın taraflarına güven, üst yargı yerine de denetleme olanağı veren açıklamadır. Yukarıda sözü edilen ilkeler ile sağlanmak istenen amaç da budur.
Davaya konu idari işlemin hukuka uygunluk denetimini yapmakla görevli İdari yargı merciince, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde sayılan unsurlar yönünden, işlemin hukuka aykırı olup olmadığına dair yargısal denetim yapılması ve bu denetim sonucunda varılan kararın gerekçeli olarak ortaya konulması gerekmekte iken; Daire kararında, davacının taleplerine yönelik olarak ilgili mevzuatın yorumu, iptali istenen düzenlemelerin hukuka uygunluk denetimi yapılmaksızın, yani uyuşmazlıkla ilgili herhangi bir gerekçeye yer verilmeksizin davanın reddine karar verilmiş olduğundan, bu yönüyle Daire kararında usul ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulü ile, Daire kararının temyiz edilen kısmının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY: 03/10/2013 tarih ve 28784 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'ni yürürlükten kaldıran, 25/11/2014 tarih ve 29186 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nin muhtelif maddelerinin iptali istemiyle temyizen incelenen dava açılmıştır.
İLGİLİ MEVZUAT :
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde;
"1.Temyiz incelemesi sonunda Danıştay;
a) Kararı hukuka uygun bulursa onar. Kararın sonucu hukuka uygun olmakla birlikte gösterilen gerekçeyi doğru bulmaz veya eksik bulursa, kararı, gerekçesini değiştirerek onar..." hükmüne yer verilmiştir.
Ayrıca, Anayasanın "Duruşmaların Açık ve Kararların Gerekçeli Olması" başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrasında, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılacağı düzenlenmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, idari işlemlerin; yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurları yönünden yargısal denetime tabi tutulacağı kurala bağlanmış; 24. maddesinde ise, kararda bulunacak hususlar sıralanmış ve (e) bendinde kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesinin ve hükmün belirtileceği vurgulanmıştır.
Öte yandan, AİHS'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında: "Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir." hükmüne yer verilmiştir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği'nin "Halkın katılımı toplantısı" başlıklı 9. maddesinin birinci fıkrasında; "Halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere; Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlar ve proje sahibinin katılımı ile Bakanlıkça belirlenen tarihte, projeden en çok etkilenmesi beklenen ilgili halkın kolaylıkla ulaşabileceği Valilikçe belirlenen merkezi bir yer ve saatte Halkın Katılımı Toplantısı düzenlenir." kuralına yer verilmiştir.
2872 sayılı Kanunun 3. maddesinde çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin genel ilkeler belirtilmiş, bu maddenin (e) bendinde; "Çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür." hükmü yer almaktadır.
Yönetmelikte düzenlenen halkın katılımı toplantısı ile; halkın ÇED sürecine etkin bir şekilde katılımının, önem verdiği konuların, ÇED Raporu özel formatında detaylandırılması ve bu suretle bu hususların ÇED sürecinde geniş bir şekilde ele alınmasının sağlanmasının amaçlandığı görülmektedir.
17/07/2008 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nin 9. maddesinde; komisyonun kapsam belirleme toplantısından önce, halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere proje sahibi tarafından projenin gerçekleştirileceği yerde Bakanlık ile mutabakat sağlanarak belirlenen tarihte, halkın katılımı toplantısı düzenleneceği; toplantı yerinin, Valilik ve proje sahibi tarafından belirlenerek Valilik tarafından Bakanlığa bildirileceği, toplantı için projeden en çok etkilenmesi beklenen ilgili halkın kolaylıkla ulaşabileceği merkezi bir yerin seçilmesine özen gösterileceği kural altına alınmış, toplantının yapılacağı yer seçilirken, projeden en çok etkilenmesi beklenen ilgili halkın kolaylıkla ulaşabileceği merkezi bir yerin seçilmesine özen gösterilmesi benimsenmiştir.
03/10/2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nin 9. maddesinin birinci fıkrasında ise; "Halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere Komisyonun kapsamı belirlemesinden önce, Bakanlıkça yetkilendirilmiş kurum ve kuruluşlar tarafından proje sahibinin katılımı ile Bakanlıkça belirlenen tarihte ve Valilikçe belirlenen yer ve saatte halkın katılımı toplantısı düzenlenir." kuralına yer verilmiş olup, bu hükme karşı açılan davada Danıştay Ondördüncü Dairesinin 18/11/2015 tarih ve E:2013/10649, K:2015/8926 sayılı kararı ile; önceki Yönetmelikte toplantının yapılacağı yer seçilirken, projeden en çok etkilenmesi beklenen ilgili halkın kolaylıkla ulaşabileceği merkezi bir yerin seçilmesine özen gösterilmesi kuralının getirildiği, dava konusu Yönetmelik hükmünde ise, bu düzenlemeye yer verilmeyerek toplantı yerinin belirlenmesinin tamamen Valiliklerin takdirine bırakıldığı, halkın kendi yaşamını yakından ilgilendiren bir konuya ilişkin yoğun katılımının sağlanması amacıyla toplantı için projeden en çok etkilenmesi beklenen ilgili halkın kolaylıkla ulaşabileceği merkezi bir yerin seçilmesinin Anayasa'nın 56. maddesi uyarınca yüklenen yurttaşlık ödevinin yerine getirilmesi bakımından önem arzettiği, bu nedenle toplantı yerinin belirlenmesinin salt idarenin takdirine bırakılması yönündeki dava konusu düzenlemede hukuka uyarlık görülmediği gerekçesi ile düzenlemenin iptaline karar verilmiş, bu karara karşı yapılan temyiz talebi İdari Dava Daireleri Kurulunun 24/04/2019 tarih ve E:2016/3342, K:2019/1955 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
Uyuşmazlığa konu 25/11/2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan ÇED Yönetmeliğinin 9. maddesinin birinci fıkrası yönünden dava dilekçesinde, düzenlemenin önceki haline yönelik verilen yürütmeyi durdurma kararı olduğu halde, yeni halinde "komisyonun kapsamı belirlemesinden önce" ifadesinin çıkarıldığı belirtilmiş, başkaca bir hukuka aykırılık nedeni ileri sürülmemiştir.
Savunma dilekçesinde ise, 9. maddenin birinci fıkrasının (a) bendi yönünden cevap verilmiş olup, davacının iddiası savunmada karşılanmamıştır.
Bu itibarla; davacının itirazı, davalı idarenin savunması ve re'sen dikkate alınan hususlar çerçevesinde hüküm irdelendiğinde, düzenlemenin önceki haline karşı açılan davada verilen iptal kararı uyarınca, dava konusu edilen düzenlemede halkın kendi yaşamını yakından ilgilendiren bir konuya ilişkin yoğun katılımının sağlanması amacıyla kolaylıkla ulaşabileceği merkezi bir yer ibaresine yer verilerek yargı kararının uygulandığı anlaşmış olup, düzenlemede başkaca bir hukuka aykırılık nedeni ileri sürülmediğinden herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Dava konusu Yönetmeliğin Geçici 1. maddesinde: "Bu Yönetmeliğin yürürlük tarihinden önce, ÇED Başvuru Dosyası/Proje Tanıtım Dosyası Valiliğe ya da Bakanlığa sunulmuş projelere bu Yönetmeliğin lehte olan hükümleri ve/veya başvuru tarihinde yürürlükte olan Yönetmelik hükümleri uygulanır." kuralına yer verilmiştir.
Davacı tarafından, ÇED sürecine tabi projelere ilişkin olarak İdareye, bu Yönetmeliğin lehe olan hükümlerinin uygulanabileceğine dair takdir hakkı tanındığı, bir önceki Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak gerçekleştirilen işlemler ve eylemler açısından proje sahiplerinin lehine getirilen bu düzenleme nedeniyle, hukuka aykırı işlemlerin hukuka uygun hale getirilmeye çalışıldığı iddia edilmektedir.
Davalı tarafından ise, mülga Yönetmelikler uyarınca ÇED süreci başlatılan bir proje için, proje sahibinin talep etmesi halinde, yürürlükten kaldırılan hükümlerin yerine, yürürlüğe giren 25/11/2014 tarihli ÇED Yönetmeliği hükümlerinin uygulanabilmesi için getirilmiş bir düzenleme olduğu, bu anlamda proje sahibine seçimlik hak tanındığı, başvuru tarihinde yürürlükte olan Yönetmelik hükümleri yerine, proje sahibinin talebi halinde yürürlüğe giren yeni Yönetmelik hükümlerinin uygulanmasına imkan tanındığı savunulmuştur.
Lehe kanun hükmünün geçmiş olaylara uygulanmasının ceza hukukunun da genel ilkelerinden olduğu; ÇED süreci başlamış olan projeler açısından, ÇED başvurusu yapılan tarihte geçerli olan Yönetmelik hükümlerinin yürürlükten kaldırılması veya lehe düzenleme yapılması yoluyla ortaya çıkan yeni hukuki durumun, ÇED sürecinin seyrinde dikkate alınması sonucunu doğuran dava konusu düzenlemede, dayanak Çevre Kanunu ve hukukun genel ilkelerine aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Yönetmeliğin Geçici 2. maddesinde ise; "Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin ilk yayım tarihi olan 7/2/1993 tarihinden önce üretime ve/veya işletmeye başladığı belgelenen projeler Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamı dışındadır." kuralına yer verilmiş olup, 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 1983 yılında yürürlüğe girmesine karşın, Çevresel Etki Değerlendirmesi kriterlerinin on yıl boyunca belirlenmemiş olması, ardından ilk olarak 1993 yılında yayımlanan Yönetmeliğin Geçici 1. maddesiyle; 1993'ten önce yatırım programına alınmış projelere Yönetmelikten muafiyet tanıyan düzenleme getirilmesi ve bu muafiyetin sonraki yönetmeliklerde de devam ettirildiği görüldüğünden, planlama aşaması geçmiş olan; diğer bir anlatımla, üretim ve/veya işletmeye başladığı belgelenen projelere muafiyet tanınmasına dair düzenlemede dayanağı Kanun hükümlerine, Çevresel Etki Değerlendirilmesi sürecinin gerçekleştirilmesi planlanan projelere uygulanması gerekliliğine ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Son olarak, uyuşmazlığa konu edilen Geçici 3. maddede; "23/6/1997 tarihinden önce kamu yatırım programına alınmış olup, 29/5/2013 tarihi itibariyle üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesisler Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamı dışındadır." kuralına yer verilmiştir.
Dava konusu Yönetmeliğin dayanağı olan 2872 sayılı Çevre Kanununun 10. maddesi uyarınca, Çevresel Etki Değerlendirilmesi sürecinin, gerçekleştirilmesi planlanan projelere uygulanması gerekliliği hüküm altına alınmıştır.
Çevre Kanunu'na 21/05/2013 tarihinde eklenen Geçici 3. maddesinde; "23/06/1997 tarihinden önce kamu yatırım programına alınmış olup, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla planlama aşaması geçmiş ve ihale süreci başlamış olan veya üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesisler Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamı dışındadır." şeklindeki düzenlemenin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru neticesinde, Anayasa Mahkemesinin 03/07/2014 tarih ve E:2013/89, K:2014/116 sayılı kararı ile “…planlama aşaması geçmiş ve ihale süreci başlamış olan veya…” ibaresinin iptaline karar verilmiş, bu ibare dışındaki bölümler yönünden iptal isteminin reddine karar verilmiştir.
Bu itibarla, Çevre Kanunu'nun yürürlükte olan Geçici 3. maddesi uyarınca, 23/06/1997 tarihinden önce kamu yatırım programına alınmış olup, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesislerin Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamı dışında tutulduğu görüldüğünden; üretim ve/veya işletmeye başladığı belgelenen projelere muafiyet tanınmasına ilişkin dava konusu düzenlemede, dayanağı Kanun hükmüne aykırılık bulunmadığı gibi, Anayasa'nın 56. maddesine, 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 10. maddesine, Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin amacına ve hukuka da aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu durumda, davanın reddi yolundaki Daire kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1.Davacının temyiz isteminin reddine,
2.Temyize konu Danıştay Altıncı Dairesinin 27/05/2019 tarih ve E:2019/2498, K:2019/4932 sayılı kararının, davanın reddine ilişkin kısmının yukarıda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA,
3.Bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24/11/2021 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
X- Temyize konu kararda, Yönetmeliğin 9. maddesinin birinci fıkrası, Geçici 1. maddesinin "... Lehte olan hükümleri ve/veya..." ibaresi ile Geçici 2. maddesi ve Geçici 3. maddesi yönünden; 2872 sayılı Çevre Kanununun 10. maddesinde dayanılarak, Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinde uyulacak idari ve teknik usul ve esasları belirlemek üzere yürürlüğe konulan dava konusu düzenlemelerde, 2872 sayılı Kanunun, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlama amacına, kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer verilmek suretiyle, davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. (Anayasa Mahkemesi Kararı; Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, s.30)
Ayrıca, Anayasa'daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan mahkemelerin Anayasa'nın 36. maddesine göre "tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi" vardır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, s.33). AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımı, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikayetlerini incelemekten kaçınmalarına neden olması halinde Sözleşme'nin 6. maddesi davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (bkz. AİHM, Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, s. 84-85).
Başka bir anlatımla; mahkemeler, "kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme" yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (bkz. AİHM Kararı, Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, s. 33), tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir.
Öte yandan, mahkemelerin bu yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya, karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz (Anayasa Mahkemesi Kararı; B. No: 2013/1213, 4/12/2013, s. 26). Bu nedenle, bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir.
Açıklanan bu hususlardan hareketle, mahkeme kararlarının, hüküm fıkrası ve hükmün dayandığı gerekçe ile bir bütün olduğu, gerekçesiz karar verilmesinin mümkün olmadığı açık olduğuna göre, gerekçenin hem temyiz incelemesini yapacak merci açısından hem de kararı uygulayacak olan idare açısından yeterli açıklıkta olması gerektiğinde kuşku yoktur.
Özetle, yargılama hukukunda, yargı (hüküm), uyuşmazlığı çözmekle görevli ve yetkili yargı yerinin yargılama sürecinin sonunda ulaştığı "sonuç"tur. Yargı yerinin bu sonuca ulaşırken bir gerekçeye dayanması, hem Anayasamızda, hem de yargılama hukukumuzda yer alan ilkelerdendir. Gerekçe, yargıcın çözümlemek durumunda olduğu uyuşmazlığa uygulanması gereken soyut hukuk kuralının saptanmasında, yorumlanmasında ve tüm ayrıntılarıyla ortaya konulup nitelendirilen maddi olaya uygulanmasında izlemiş olduğu yöntemi gösteren ve bu özelliği sebebiyle, yargılamanın nesnelliği ile varılan yargının doğruluğu konusunda davanın taraflarına güven, üst yargı yerine de denetleme olanağı veren açıklamadır. Yukarıda sözü edilen ilkeler ile sağlanmak istenen amaç da budur.
Davaya konu idari işlemin hukuka uygunluk denetimini yapmakla görevli idari yargı merciince, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde sayılan unsurlar yönünden, işlemin hukuka aykırı olup olmadığına dair yargısal denetim yapılması ve bu denetim sonucunda varılan kararın gerekçeli olarak ortaya konulması gerekmekte iken; Daire kararında, davacının taleplerine yönelik olarak ilgili mevzuatın yorumu, iptali istenen düzenlemelerin hukuka uygunluk denetimi yapılmaksızın, yani uyuşmazlıkla ilgili herhangi bir gerekçeye yer verilmeksizin davanın reddine karar verilmiş olduğundan, bu yönüyle Daire kararında usul ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Bu itibarla, davacının temyiz isteminin kabulü ile Daire kararının bozulmasına karar verilmesi gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.