10. Hukuk Dairesi 2011/19638 E. , 2012/2179 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, iş kazası sonucu ölen sigortalı işçinin hak sahiplerine bağlanan gelirlerin 506 Sayılı Yasanın 26. maddesi uyarınca tahsili istemine ilişkindir.
Mahkeme, yazılı biçimde ve istek gibi davanın kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davacı Kurum avukatı ile, davalı işveren şirket avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Dava, iş kazasından doğan rücu tazminatı istemine ilişkin olup, 506 Sayılı Kanunun 26/1.inci maddesindeki “....sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere...” bölümünün, Anayasa Mahkemesince 23.11.2006 tarih ve 2003/10 Esas 2006/106 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiş olması karşısında, Kurumun bu maddeden doğan rücu hakkının, “halefiyete” değil, “kanundan doğan basit rücu hakkına” dayandığının kabul edilmesi ve bu kabul çerçevesinde, Kurumun rücu alacağının, ilk peşin değerin kusura tekabül eden miktarıyla sınırlı bulunmasına, öte yandan, kesinleşen önceki rücu davalarında hükmolunan miktarın mahsubu yapılırken, sigortalıya bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin esas alınması gerektiğine; şayet, ilk peşin sermaye değerli gelirle birlikte artışlara da hükmedilmişse, artışların hükmolunacak rücu tazminatından mahsup edilmesine olanak bulunmamasına, bu çevrede meseleye fiili ödemeler açısından bakıldığında ise, fiili ödemenin mevcudiyeti halinde, Kurumun talep edebileceği miktarın hesabının da, aynı şekilde gerçekleştirilmesi gerekmekte olup; şayet, ilk peşin sermaye değerli gelirin kusur karşılığı, fiili ödeme miktarından düşük ise, o takdirde, ilk peşin sermaye değerine itibar edilmesi; aksine, fiili ödeme miktarı, ilk peşin değerden düşük ise, o takdirde de, fiili ödeme miktarının esas alınması gerektiğine göre, mahkemece, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının derdest davalara uygulanması gerektiği gerekçe gösterilerek yargılama yapılıp, hüküm tesis edilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Somut olayda, vinç operatörü olan sigortalının, diğer vinç operatörü dava dışı .......kullandığı vincin yakınından geçerken, rulo aparatının göğsüne çarpıp arkadaki sac paketine sıkıştırması sonucu 30.01.2008 tarihinde zararlandırıcı sigorta olayına maruz kalıp vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece alınan 10.06.2009 tarihli kusur raporunda; davalı işveren şirkete %75, dava dışı ve vinç operatörü ... %10, sigortalıya %15 oranında kusur izafe edilmiştir. Mahkeme, dava dışı .....’ın %10 kusurunu da ilave ederek davalı işveren sorumluluğunu %85 kusur oranına göre değerlendirip, istek gibi ve yazılı biçimde hüküm
tesis etmiştir. Dosya içeriğinden, ....Mahkemesinin 2008/176 Esasında, dava dışı vinç operatörü ...., şirket yetkilisi ....., vardiya amiri, ......hakkında kamu davası açıldığı; ceza davasında alınan 27.10.2008 tarihli kusur raporunda; adı geçenlerin tali kusurlu, sigortalının ise, asli kusurlu sayılıp, her üçünün de mahkûmiyetine karar verildiği, ancak, mahkemece akıbetinin araştırılıp kusur yönünden davaya etkisinin değerlendirilmediği, diğer taraftan iş müfettişi raporunda, davalı işverene %90, sigortalıya %10 oranında kusur izafe edildiği anlaşılmaktadır.
Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi hükmüne göre; hukuk hâkimi kusur olup olmadığına karar vermek için, ceza hukukunun mesuliyete dair hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, kusurun takdiri ve zararının miktarını tayin hususunda da, ceza mahkemesi kararı ile bağlı değildir. Ancak, kesinleşen ceza mahkemesi ilamında saptanmış olan maddi olguların hukuk hâkimini de bağlayacağı tartışmasızdır. Dava dışı .....ve .... ile ... ceza mahkemesince kusurlu bulunup mahkum olması ve maddi olguya ilişkin hükmün kesinleşmesi halinde, adı geçenlerin kusursuzluğundan söz edilemeyeceği gibi, münasip oranda bir miktar kusurlu sayılmasında da zorunluluk bulunmaktadır. Hükme dayanak kılınan kusur raporunda; bu yönde bir inceleme ve değerlendirme yapılmadığı ve bu nedenle de hükme elverişli bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Kaldı ki, davacı Kurum dava dilekçesinde, davalı işveren ise, cevap dilekçesinde anılan ceza davasına dayanmışlardır. Davacı Kurumun ceza davasına delil olarak dayanması karşısında; dava konusu talebin teselsüle dayalı olduğunun da kabulü gerekir.
Mahkemece, ceza davasının sonucunun kesinleşmesi hususu araştırılıp açıklığa kavuşturulmalı, daha sonra da, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişi heyetinden ceza davasında kesinleşen maddi olgular da değerlendirilerek tarafların kusur oran ve aidiyeti konusunda yeniden rapor alınıp mevcut raporlar arasındaki çelişki de giderilmek suretiyle ve teselsül hükümleri de dikkate alınarak sonucuna göre bir hüküm tesis edilmelidir.
O halde, davacı Kurum avukatı ile, davalı işveren şirket avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istem halinde davalıya iadesine, 14.02.2012 gününde oy birliğiyle karar verildi.