1. Hukuk Dairesi 2020/1649 E. , 2021/3499 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ TESCİL- BEDEL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil-bedel davası sonunda ilk derece mahkemesince davanın kabulüne dair verilen kararın istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedelin tahsili isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakanları ...’nin maliki olduğu 6605 – 7962 ve 7061 parsel sayılı taşınmazlarını satış göstermek suretiyle önce davalı kızı ...nin eşi olan dava dışı ...’e devrettiğini, daha sonra ise ... tarafından ise çekişme konusu taşınmazların satış yolu ile davalıya temlik edildiğini, yapılan işlemlerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile payı oranında adına tesciline, olmadığı takdirde taşınmazların bedellerinin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, yargılama aşamasında dava konusu taşınmazların ...’ya devri üzerine HMK 125.maddesi gereğince davaya ... aleyhine devam edeceğini bildirmiştir.
Davalı ..., yurt dışında olsa bile muris babasına maddi olarak sürekli destek olduğunu, devir itibari ile ödenen paranın yine diğer mirasçılar arasında pay edildiğini ve murisin bakımının da ayrıca kendisi tarafından sürdürüldüğünü belirterek davanın reddini savunmuştur.
Dahili davalı ..., taraflarla hiçbir ilişkisinin bulunmadığnı, dava konusu taşınmazlarını satışa çıkarılması üzerine bedeli karşılığında ve iyiniyetli olarak satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, muris muvazaası iddiasının sübut bulduğu gerekçesi ile davanın kabulüne ilişkin olarak verilen kararın istinafı üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, öncelikle çekişme konusu taşınmazın el değiştirmiş olması nedeniyle HMK 125.maddesi gereğince davacıya seçimlik hakkının hatırlatılması, taşınmazı dava açtıktan sonra devralan diğer kişiler bakımından iyiniyet araştırmasının yapılması,sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek ilk derece mahkemesince verilen karar kaldırılmış, yeniden bir karar verilmek üzere dava dosyası mahkemesine gönderilmiş, mahkemece kaldırma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiş, verilen karara karşı istinaf talebinde bulunulması üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, muris ...tarafından davalı ...’nin eşi ..."a yapılan devrin mirasçılardan mal kaçırma kastı ile yapıldığı hususunun ispatlanmadığı ve ilk devrin muvazaalı olduğu ispatlanmadığından dahili davalı ..."un iyiniyetli olup olmadığı hususunun ayrıca değerlendirilmesine gerek olmadığı gerekçesi ile davalı ... yönünden davanın esastan reddine, kayıt maliki olmayan davalı ... yönünden ise davanın pasif husumetten reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, 1921 doğumlu mirasbırakan ...’nin 02.10.2002 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı kızı ..., davalı kızı ...ve dava dışı çocukları ...’nin kaldıkları, murisin maliki olduğu 6605- 7061 ve 7962 parsel sayılı taşınmazlarını 09.08.2002 tarihli satış işlemi ile davalı ...’nin eşi olan dava dışı ...’a temlik ettiği, ...’ın ise dava konusu taşınmazları 06.08.2008 tarihinde satış yolu ile davalı ...’ye devrettiği, yargılama aşamasında söz konusu taşınmazların 19.03.2018 tarihli satış işlemi ile dahili davalı ...’ya temlik edildiği, davacının HMK 125.maddesi gereğince davaya ... aleyhine devam ettiğini bildirdiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu"nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu"nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu"nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK"nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olaya gelince, tüm dosya içeriği ve dinlenen tanık beyanları itibariyle murisin bilinen tüm malvarlığını davalı kızı ...nin eşini aracı kılmak suretiyle davalıya temlik ettiği, devir tarihi itibariyle satıştan elde edilecek bedele ihtiyacının olmadığı hususları bir bütün halinde değerlendirildiğinde mirasbırakanın asıl amacının diğer mirasçılardan mal kaçırmak olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Ne var ki, dahili davalı ...’un çekişme konusu taşınmazları edinimi yönünden iyiniyetli olup olmadığı hususunda hüküm kurmaya yeterli bir araştırma ve incelemenin yapıldığını söyleme imkanı yoktur.
Hal böyle olunca yukarıda belirtilen ilke ve olgular da gözetilmek suretiyle davalı ...’un dava konusu taşınmazları temlikinde iyiniyetli olup olmadığının, TMK 1023.maddesinin yararlanıp yararlanamayacağının araştırılması, toplanan ve toplanacak deliller bir arada değerlendirilmek suretiyle varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Davacı vekilinin yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile 6100 sayılı HMK"nin 371/1-a maddesi gereğince İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK"nin 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23/06/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.