Hukuk Genel Kurulu 2014/1072 E. , 2016/516 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.05.2011 gün ve 2010/504 E., 2011/137 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 25.09.2012 gün ve 2011/11031 E., 2012/13475 K. sayılı ilamı ile;
(...Dava, basın yolu ile kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davalılar tarafından temyiz olunmuştur.
Davacılar, dava konusu edilen köşe yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek uğradıkları manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuşlardır.
Davalılar, dava konusu edilen yazının konusunun davacılar olmadığı, dava konusu edilen bazı bölümlerinin bütünden ayrı değerlendirilemeyeceği, yazının bütünü itibari ile hukuka uygunluk kriterlerine haiz olduğunu savunarak davanın reddini istemişlerdir.
Yerel mahkemece, yazı içeriğinde davacılara yönelik olarak söylenen “Kamuflaj amaçlı söylemleri ve dezenformasyon misyoneri” deyimlerinin davacıların kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu kabul edilerek istemin bir bölümü kabul edilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Dava konusu, “Nedir? Ne Değildir? başlıklı köşe yazısında, Türkiye’nin bazı dış politik konularının ele alındığı, davalı köşe yazarının gündemdeki konulara yönelik yorumlarını dile getirdiği anlaşılmaktadır.
Somut olaya gelince; yerel mahkemece davacıların kişilik haklarına saldırı olarak nitelenen, yazı bütünü içinden çıkartılan “Kamuflaj amaçlı söylemler, ve dezenformasyon misyoneri” deyimlerinin davalı yazarın ele aldığı konular üzerine getirdiği yorum ve eleştirileri olup, dezenformasyon teriminin bilgi çarpıtma anlamına geldiği, davacılara yönelik saldırı kastı bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Şu durumda, davalı köşe yazarının ele aldığı konulara yönelik eleştiri sınırları içinde kalan dava konusu edilen yazısının davacıların kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunmadığının kabulü ile istemin tümden reddi yerine kısmen kabulü doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve davalı köşe yazarının ele aldığı konulara yönelik eleştiri sınırları içinde kalan dava konusu yazının davacıların kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunmamasına göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi yerinde değildir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, davaya konu yayının basın özgürlüğü kapsamında olmadığı, davalıların kişilik haklarını ihlal eden içerik taşıdığı belirtilerek yerel mahkeme kararın onanması gerektiği belirtilmiş ise de; Kurul çoğunluğunca bu görüş kabul edilmemiştir.
O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 13.04.2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.